Havanın oldukça güzel olduğu bir günde Balat'ta yaptığımız yürüyüş sonrası, Cins Adımlar ekibinden Sema Semih'le kısa bir söyleşi yaptık. Yürümek ve hikaye anlatmanın gücünden bahsettik.
Fotoğraflar: Murat Germen
Geçtiğimiz Mart ayında, İsveç Konsolosluğu’nun düzenlediği Kadın Yazısı etkinlik programına dahil yürüyüş rotasını görünce oldukça heyecanlanıp Cins Adımlar ekibiyle iletişime geçtim. Sabah 10:00’da Balat’taki Kadın Eserleri Kütüphanesi önünde buluştuğumuzda hava hala biraz soğuk olsa, Balat sokaklarındaki hikayelerin peşinden giderken güneş bize eşlik etti. O günkü yürüyüş ekibinde Murat Germen’in olması ve bolca fotoğraf çekmesi de ağzı kulaklara vardıran bir tesadüftü. Balat’ın hikaye anlatıcılarına hikayeleri için ve Murat Germen’e fotoğraflar için minnettarım. Balat, Kadıköy ve Beyoğlu rotalarında projeye devam eden Cins Adımlar ekibinden Sema ile yaptığımız kısa söyleşi için buyrunuz.
Burcu Bilgiç: Kısaca bir giriş yapacak olursam; “hafıza yürüyüşleri” ve “toplumsal cinsiyet” olmak üzere iki temel kavram üzerinde şekillenen bir şehir gezisi projesi Cins Adımlar. Projenin ne zaman ve nasıl bir motivasyonla başladığından bahsedebilir misin biraz?
Sema Semih: İlk adımını 2014 yılında atan Cins Adımlar; Feminist tarihçi Andrea Petö’nün Budapeşte’de, ausZeiten feminist arşiv kolektifinin Bochum’da ve Soledad Falabella’nın Women Mobilizing Memory (Hafızayı Harekete Geçiren Kadınlar) grubuna Şili’de düzenlediği feminist hafıza yürüyüşlerinden alınan ilhamla ortaya çıkmış bir proje. 2014 yılında Hafızayı Harekete Geçirmek: Kadınların Tanıklığı isimli sergiye paralel olarak Columbia Üniversitesi Toplumsal Değişim Çalışmaları Merkezi, Karakutu Derneği ve Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet Kadın Çalışmaları Forumu (bugünkü ismiyle SU Gender) işbirliğiyle düzenlenen Eylem İçin Hafızayı Harekete Geçirmek isimli atölye sonucunda 18 Eylül 2014 günü Beyoğlu’nda ilk Cins Adımlar: Toplumsal Cinsiyet ve Hafıza Yürüyüşü gerçekleştirildi.
Projenin başlaması ve bugüne gelmesinde başta Ayşe Gül Altınay, Dilara Çalışkan ve projede gönüllü olarak çalışan çok sayıda hikaye anlatıcısının çok büyük emeği var. Ben projede 2016 yılında çalışmaya başladım. 2014’ten bugüne Chrest Vakfı desteğiyle ve yeni hikaye anlatıcılarının katılmasıyla, yeni hikayeler keşfedilerek ve yeni rotalar çizilerek bugüne kadar Beyoğlu, Kadıköy ve Balat’ta toplam 40 yürüyüş gerçekleştirildi.
Yaşadığımız şehri daha iyi anlamaya ve her gün önünden geçtiğimiz mekanların yürüdüğümüz caddelerin, durup nefes aldığımız parkların daha önce kimlerin hikayelerine tanıklık ettiğini keşfetmeye çalışıyoruz. Bazen harap edilmiş bir bina, bazen bir apartman tabelası, bazen bir sokak ismi, bazense yüz yıllık bir çınar ağacı peşine düştüğümüz hikayeler için yola çıkış noktamızı oluşturuyor.
Resmi tarih anlatılarında geçmişi sadece bir pencereden ve çoğunlukla tahrip edilmiş, çarpıtılmış bir şekilde dinliyoruz. Resmi tarih inkar, sansür ve yok sayma gibi pek çok mekanizmayla birlikte iktidardan yana ve iktidarı pekiştirmek için kurgulanıyor. Ve bu tarihsel anlatıları eleştirel bir şekilde dinlediğimizde akla çok basit ve çok çarpıcı bir soru geliyor: Kadınlar nerede? Resmi tarihte kadınların, egemen olmayan halkların, dışlanan kimliklerin nasıl yaşadıkları, bulundukları coğrafyaya ve kültüre nasıl katkılar sağladıkları, neleri değiştirip dönüştürdükleri, nelerle mücadele ettiklerine dair bilgilere çok kolay ulaşamıyoruz. Tarih bize öğretilen büyük anlatıdan çok daha fazlası. Dünya üzerinde nefes alan her insanın kendi geçmişi, kendi hikayeleri var. Bu hikayeleri keşfediyor olmak, hakikate başka açılardan bakmamıza ve daha çok yakınlaşmamıza vesile oluyor.
Belki bu kavramları biraz açabiliriz. Hafıza yürüyüşleri denildiğinde hafıza ve mekan arasındaki olası ilişki geliyor aklıma. Şehir mekanı ve hafıza arasında nasıl ilişki kurulabilir?
Hatırlamak, mekan veya nesnelerle çok ilişkili. Biz sessizleştirilmiş ve unutturulmuş kişilerin ve mekanların izini sürerek, yürüyüşler ve hikaye anlatıcılığı aracılığıyla hafızayı harekete geçirmeye çalışıyoruz. Bugün her gün işe giderken kullandığımız yoldan daha önce kimler geçmiş olabilir diye düşünmek, yaşadığımız mahallelerin daha önce kimlere ev sahipliği yaptığını sorgulamak hem geçmişi hem de bugünü anlamak adına pek çok kapının aralanmasını sağlıyor. Tarihin tarihte kaldığı düşünülse ve üzerine beton dökülse bile aslında tesiri bugün ve şu anda hala devam ediyor. Kente dikkatli baktığımızda, çok hızlı ve çok yönlü değişimlere rağmen, tarihin izlerine rastlıyoruz. Bu izleri ya da ipuçlarını takip etmek bizi hikayelere götürüyor. Hikayeler ise başka hikayelere her zaman gebe ve neredeyse her zaman birbiriyle ilişkili.
Ben Kadıköy’de yaşıyorum. Kadıköy yürüyüşümüzde anlattığımız, en sevdiğim hikayelerden biri Bakla Tarlası Apartmanı. Geçmişte bakla tarlalarıyla bilinen Kadıköy’de bugün bakla yetiştirmeyi geçtim, tarla bile yok. Ancak Bakla Tarlası Apartmanı duruyor. Kadıköy’deki binlerce apartmandan sadece biri. Kimbilir diğer apartmanların isimleri bizi hangi hikâyelere götürürdü.
Neredeyse her gün bir binanın yıkılacağı, kamuya ait yeşil bir alanın imara açılacağı ya da özelleştirileceği, tarihi yapıların yıkılacağı ya da otel/AVM yapılacağı yönünde haberlerle karşılaşıyoruz ya da İstanbul’da yaşayan insanlar olarak bunları bizzat tecrübe ediyoruz. “Sizin sokakta dönüşüm başladı mı? Yakında bizim binaya da gelirler” gibi laflar çok dolaşıyor ortada. Neredeyse her geçen gün yeni açılan ya da el değiştiren bir mekanla karşılaşıyoruz. Kentsel dönüşüm projeleri hem doğayı hem de kültürü çok hızlı ve vahşi bir biçimde yok etme işlevi görüyor. Mekanlar değişirken sadece kentin silüeti değil, sosyal yapısı, kültürü ve hafızası da değişiyor. Eskiden butik bir pastanede yediğimiz tatlının tadını, bu pastanenin yerine yeni açılan üçüncü dalga kahveci de bulamayabiliyoruz, ya da damak zevkimiz değişiyor.
Yukarıdaki sorudan yola çıkarak devam ediyorum. İnşaat yoğun İstanbul’un bu yoğunluğa paralel bir hafıza/hikaye yitimiyle karşı karşıya olduğu söylenebilir. Bu noktada hikayeler nasıl korunabilir?
Aslında hikayeleri korumaya değil ortaya çıkarmaya çalışıyoruz. Hikayeleri anlatırken cevaplar vermekten daha çok sorular soruyoruz: Kınar Sıvacıyan’ın ismini duydunuz mu? Türkiye’nin ilk kadın foto-muhabiri kimdir? Önünde bulunduğunuz bu harabe bina sizce bu hala gelmeden önce ne amaçla kullanıyordu? Gibi sorulara hikayelerimizde çok sık yer veriyoruz. Bu noktada amacımız kent, hafıza ve cinsiyet ilişkisine dair toplumsal farkındalığı arttırmak. Tek, hiçbir zaman değişmeyen ve başka seslere yer vermeyen bir hikayenin peşinde değiliz. Tarihi ve anlattığımız hikayeleri yeni kutuplaşmalar yaratmak, ya da hakikati manipüle etmek için bir araç değil; iletişim kurmak, geçmişi anlamak, bugün üzerine düşünmek ve gelecek adımlarımızı daha bilinçli ve farkındalıkla atmak için birer zemin olarak görüyoruz. Farklı zamanlar, mekanlar, kişiler ve kültürlerarası bir diyalog ortamı oluşturmaya çabalıyoruz. Bu nedenle anlattığımız her hikaye her seferinde başka türlü anlatılıyor aslında. Anlatana göre, dinleyene göre hikayenin rengi, sesi, tadı, dokusu ve kokusu değişiyor. Sorular ise her zaman bize yeni ufuklar açıyor.
Hikayelerimizin daha çok duyulması, anlatılması ve görünürleşmesi için her ay mutlaka bir yürüyüş düzenliyor, yazılı versiyonlarına web sitemizde yer veriyoruz. Her yürüyüşü mutlaka fotoğraflıyoruz. Bir yürüyüşte önünde hikaye anlattığımız bir mekanı bir dahaki yürüyüşte bulamayabiliyoruz. Ya da tekrar geldiğimiz bir mekanın duvarına muhteşem bir graffiti çizildiğini görüyoruz ve acaba kim çizdi diye sorgulamaya ve yeni hikayelerin peşinden gitmeye devam edebiliyoruz. Dinamik bir süreç var aslında. Anılar, günlükler, biyografiler, fotoğraflar hikayelerimizi yazarken başvurduğumuz kaynaklar. İstanbul Kadın Müzesi başucu kaynaklarımızdan biri. Hafızayı tazelemek adına, kadın tarihini görünürleştirmek adına yapılmış müthiş bir arşiv çalışması ve katkıya açık. Soruna cevap olarak bu tür kaynakları desteklemek, çoğaltmak ve daha fazla hikayenin peşine düşmek çok besleyici olabilir gibi düşünüyorum. Cins Adımlar olarak biz de kent, cinsiyet ve hafıza ilişkisine dair sorular sormak, yeni hikayelerle aramıza katılmak isteyen herkese açığız.
Neden hikayelerden kitap veya sergi yapmak yerine yürüyüş rotası hazırlayıp adımlamayı tercih ettiniz? Nasıl bir deneyim sunuyor yürümek?
Bir kitap ya da bir sergi de yapabiliriz elbette. Ancak yürüyüş yapmak hikayelerle kurduğumuz dinamik ilişkiyi güçlendiriyor. Temelde her yürüyüşte anlattığımız belirli hikayeler olmasına rağmen, yürüyüşe gelen misafirlerimizin yaptığı katkılarla hikayelerimize yeni katmanlar ekleniyor. Ya da, bir hikayenin geçtiği mekanı belirli aralıklarla gidip görmek, o mekan içinde ve çevresinde yaşanan değişime, biriken hikayelere birebir tanık olmamızı sağlıyor. Yürüyüşümüze gelen misafirlerimizi aslında mekandaki geçmişe ve değişime tanık olmaya da davet etmiş oluyoruz. Ve en önemlisi yürürken daha fazlasını keşfediyoruz.
Merak ettiğim bu hikayelere nasıl ulaştığınız. Ve buradan yola çıkarak rotaların nasıl oluşturulduğu. Bir rotanın oluşması için ne kadar zaman ve nasıl bir ön çalışma gerektiriyor?
Rotalarımızı oluştururken anlatacağımız hikayeleri önceden belirlemiyoruz. Ekibimize dahil olan hikaye anlatıcıları kendi hikayelerini, kendi yöntemleriyle bulup yazıp getiriyorlar. Sonrasında hikayelerimizi birbirimizle paylaşıyoruz. Ortak noktaları, hikayelerde birbiriyle konuşan yerleri keşfetmeye çalışıyoruz. Araştırdığımız yerlerde saha çalışmaları yapan akademisyen veya araştırmacılarla buluşmalar gerçekleştiriyoruz. Onların fikirlerini alıyoruz. Bulduğumuz hikaye bizi başka bir yere götürüyor mu ona bakıyoruz. Yeni bir rota oluşturmak birkaç aylık bir zaman dilimini oluşturuyor. Ancak, var olan rotalarımıza yeni hikayeler de ekleyebiliyoruz.
İnternet sitesinde “yeni durak önerisi” isimli bir bölüm var. Cuma günkü yürüyüş esnasında da anladığım kadarıyla hikaye anlatıcıları hikayelerini kendileri kuruyorlar. Hikaye oluştururken sizden ne tür bir destek alıyorlar? Kimler geliyorlar size hikayeleriyle?
Ekibimize dahil olan gönüllülerle toplumsal cinsiyet, kent ve hafıza, performans ve hikaye anlatıcılığı başlıklı atölyeler düzenliyoruz. Bu atölyeler şimdiye kadar Ayşe Gül Altınay, Cenk Özbay, Ebru Nihan Celkan, Ayşe Öncü ve Tuğçe Tezer tarafından yürütüldü. Hikaye anlatıcılarımız kent, hafıza, cinsiyet ve hikaye anlatıcılığı konularına ilgi duyan gönüllülerden oluşuyor. Yürüyüşlerimize katılıp benim de anlatacak hikayem var deyip bir sonraki yürüyüşe hikayesiyle gelen, websitesi üzerinden iletişim kurup ekibe dahil olan birçok hikaye anlatıcımız var. Arzu edenler cinsadimlar@sabanciuniv.edu’ya mail göndererek yürüyüşlerimize dinleyici ya da anlatıcı olarak katılma taleplerinizi iletebilirler.
Şu an hangi rotalar var İstanbul’da? Bunlara ek olarak yeni rotalar üzerinde çalışmalar var mı?
Şimdilik Beyoğlu, Balat ve Kadıköy rotalarımız var. Kendi şehir ya da hafıza yürüyüşlerini düzenlemek isteyen gruplar için eğitimler düzenleyebiliyoruz. Bu yılki hedefimiz İstanbul’daki rotalarımızda anlattığımız hikayeleri çeşitlendirmek, zenginleştirmek ve derinleştirmek oldu. Önümüzdeki yıllarda gelen yeni anlatıcılar ve hikayelerle elbette ki başka rotalar oluşturmayı, oluşturmaya başladığımız alternatif şehir ve hikaye haritalarımızı uzun vadede genişletmeyi çok isteriz.
Cuma günü Fener-Balat rotasında egemen anlatının uğramadığı hikayelere uğradık. Bu çok özgürleştirici oldu benim için; kişisel hikayelerimizi ve şehri geri talep ettiğimizi hissettim. Kalabalıklara ait anlatının dışında kalan kişisel hikayelerin güçlendirici/dönüştürücü bir tarafı var mı sence?
Hikaye anlatmanın çok güçlendirici ve dönüştürücü bir pratik olduğunu düşünüyorum. Anlatıcılar kendi hayatlarından yola çıkarak anlatmak istedikleri hikayeleri seçiyor, keşfediyor ve anlatıyorlar. Hikayeyi bulmuş olmak bile başlı başına dönüştürücü bir süreç. Anlatıcı kendisine ben neden bu hikayeyi anlatmayı seçtim, bu hikaye de benim ilgimi ne çekti diye kendine sorduğu anda dönüşüm başlıyor. Hikaye anlatırken ise hem kişisel ve kolektif hafıza birlikte çalışıyor. Bu da hem birbirimizle, hem de yaşadığımız şehirle kurduğumuz ilişkilerin güçlenmesine olanak sağlıyor.