Arkitera Kapmüste projesi kapsamında ziyaret ettiğimiz MEF Üniversitesi'nde sorularımızı Mimarlık Bölümü Başkanı Prof. Arda İnceoğlu yanıtladı.
Arkitera: Mimarlık eğitiminizin bulunduğunuz kentle ilişkisini nasıl kurarsınız? Kentin eğitiminize katkıları ya da eğitiminizin kente katkıları var mıdır?
Arda İnceoğlu: Mimarlık eğitiminin içinde kentle ilişki kurmayı çok önemsiyorum ben. Bizim programımız da bu düşünce üzerine kuruldu. Birçok ölçekte hem kenti keşfetme, tanıma, oradan esinlenme olabilir. İkincisi kente tasarımlarımızla katılma, kente hizmet etme diyelim; kenti çok büyük ölçekten çok küçük ölçeğe kadar bu açıdan ele alabiliriz. Mahalleden kent ölçeğine kadar farklı tasarımlarla kente hizmet edebiliriz.
Mimarlık eğitiminde farklı ölçeklerde projeler ele alınabiliyor, ama genellikle daha küçük ölçekten büyük ölçeğe doğru gidiyor. Yani tecrübe kazandıkça daha büyük ölçekle uğraşıyorsunuz öğrenci olarak. Bitirme ödevinde de daha kentsel ölçekte projeler olabiliyor.
Aslında ben ilk seneden itibaren neredeyse doğrudan doğruya kentsel problemlerle ilgilenmenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Kent, mimarlığı gerçekleştirdiğimiz en önemli platform. Bir diğer durum; kentten öğreneceğimiz çok şey var. Kentle iletişime geçmek çok önemli ve asıl önemlisi kentsel ölçekteki problemlere bakmak; mimarlığın, mimarlık üretiminin sadece tek bir beklentisi şahane bir yapı yapmak değil de bir dokuya katkıda bulunmak, doku üretmek de olduğunu öğrencilerin çok kısa sürede anlamasını sağlıyor. Öbür türlü mimarlığa bakışta “heykel yapıyoruz, böyle şahane görünüyor” basitliğinde bir tehlike var. O açıdan ben üçüncü ve dördüncü yarıyıllarda çok büyük ölçekli kentsel proje yaptırıyordum öğrencilere ve çok da başarılı oluyordu. Kenti geziyoruz, dolaşıyoruz, bakıyoruz. Kente takılan projeler yapıyorlar ve daha ileriki yıllarda üçüncü ve dördüncü senelerde ve gelecek sene yüksek lisans programımız başlayacak. Yüksek lisans programımızla kente ve kentlilere katkıda bulunan, katkıda bulunmayı amaçlayan projeler yapmayı düşünüyoruz. Bir çeşit mimari sorumluluk projesi olarak düşünebilirsiniz. Bir mahalleye gidip orada var olan bir problem olabilir, bir okulun bir eksiği vardır, ona ulaşırız ve problemi de biz keşfederiz. O mahallenin ya da o bölgenin sorunlarını keşfederiz, onun üzerine proje üretiriz gibi bu iki yöntemle projeleri keşfedip, oluşturup stüdyoya getirip düşünce üretmek ve tekrar bunları mahalleye, kent parçasına götürmek gibi bir fikrimiz var.
Buna benzer şekilde çalışan okullar var yüksek lisans düzeyinde. Yüksek lisans özellikle diyorum çünkü belli bir mimari tasarım becerisi ve olgunluğu gerekiyor ki bütün bu karmaşık ve zor lojistik üzerine odaklanılsın. O yüzden son sınıflarda ve yüksek lisansta, belki düşey stüdyolarda yapabiliriz bunu diye düşünüyoruz. Çok küçük ölçekli bir proje de olabilir. Bir okulun bahçesinde bir pergola ihtiyacı vardır, onu yapmak gibi. Ama bir mahallenin baştan aşağı, bir bütün olarak yeniden ele alınması ve insanların orada daha keyifle, mutlulukla ve rahatlıkla yaşaması için projeler üretiliyor. Bunların ne kadarı gerçekleşir, ne kadarı gerçekleştirilemez bunu göreceğiz. Bir sürü parametre var. Sırf kaynak değil yönetmelikler var, yerel yönetimler var. Ama amaç tabii ki uygulamayı da, üretmeyi de işin içine sokmak. Diğer mimarlık programlarından farkımız bu olsun istiyoruz.
Türkiye’de mimarlık eğitiminin yapıldığı stüdyolar ve derslikler yeterli mi sizce? Geleceğin daha yaratıcı, özgürleştirici mekansal karşılıkları mimarlık eğitimimizde nasıl karşılık bulabilir? Şu anda sahip olduğunuz mimarlık mekanlarınızı yeterli görüyor musunuz, ihtiyaç dahilinde dönüştürebilir misiniz?
Şu anda sahip olduğumuz mimarlık mekanları evet, yeterli. Bir tane çok güzel stüdyomuz var. Bu sene tekrar 6 öğrenci hazırlığı geçebildi, onlarla başladık. Gelecek yarıyıl 20 kişi olacaklar, biraz daha dolduracağız stüdyoyu. Sonraki senelerde yeni stüdyolara ihtiyacımız olacak gibi görünüyor ama evet mekanlarımızı dönüştürebiliriz ve sırf mekanlarımızı değil, aslında şöyle bir şey de var; üniversite kampüs mekanlarını dönüştürüyor. Koridorlarda sergilerimiz asıldı. En çok mimarlık mekanı değişiyor, doğal olarak dışarıya doğru taşıyor. Her ölçekte, her nitelikte üretimle dolduruyoruz mekanları. Dönüştürme o açıdan bence çok doğru bir soru, önemli. Kullanıcıya özgü hale getirmek için neler yapabiliriz? Işık sorunu vardı, perdeler yoktu, işte biraz akustik derdi var. Asma tavanı iptal ettik. Zaten eğitimin de içinde stüdyoyu değiştirmek, dönüştürmek gerek diye düşünüyoruz.
24 saat her öğrencinin kullanacağı sadece ona verilmiş bir masa ve dolabın bulunmasının tabii ki önemli olduğunu düşünüyoruz. Bu stüdyo kültürünün en önemli parçası. Her öğrencinin kendine ait, kimsenin gelip karışmayacağı, istediği gibi rezil edebileceği bir alan. Şimdi bizde bu var ve bence olmazsa olmaz bir şey.
Stüdyonun yanında bir dijital laboratuvar kurmak istiyoruz. 3D tarayıcılar, 3D yazıcılar, CNC’lerin yer alacağı bir laboratuvar oluşturmayı düşünüyoruz ve bunun devamında da tabii ki daha standart bir maket atölyesi yapmak istiyoruz. Aslında üniversitenin mühendislik öğrencilerinin de gelip orada beton üretip onu kırıp test yapabileceği daha da büyük bir laboratuvarın bir parçası olarak öngörüyoruz ve aslında eğitimin stüdyodan bu laboratuvarlara doğru, tamamen değilse de kısmen kayması daha ilginç geliyor bize. Bu laboratuvarlarda hem mimarlık öğrencileri hem de işin doğası gereği mühendislik öğrencileri, hatta çok merak ediyorsa başka bir bölümden o dersi alan öğrencileri bir araya getirip ortak projeler üretme şansı oluyor. O ortaklıkları ve disiplinlerarası ilişkileri aslında bu tür laboratuarlarla sağlamak mümkün. Bu laboratuvar ortamını illa ki beyaz gömlek giyilen bir yer olarak değil; içinde müzik çalınan, yemek yenilen, parti yapılan bir yer gibi de düşünüyoruz. Sosyal bir ortam aynı zamanda.