Peter Groenendaal, Amsterdam'da birkaç bölgeden sorumlu bir kamusal mekan organizatörü.
Kent içinde zamanla önemini yitirmiş, fonksiyonsuz kalmış, terk edilmiş mekanlara, sosyal ve ekonomik açıdan canlılık kazandırıcı müdahalelerde bulunuyor ve bu kent parçalarındaki kamusal mekanları organize ediyor, daha çok insanın kullanımına açıyor. New York’ta Bryant Park ve Amsterdam’daki Dapper Market’a yaptığı müdahaleler, kamusal mekanın sosyal ve ekonomik açıdan canlılık kazanması ve bir çekim merkezi haline gelmesi açısından verilebilecek en iyi örnekler. ArkiPARC 2011 kapsamında “Cadde Perakendeciliği” başlığı altında bir konuşma yapacak olan Peter Groenendaal ile bir söyleşi gerçekleştirdik.
Dilek Öztürk: Kendinizi tutkulu bir “placemaker” (mekan yapıcı) olarak tanımlıyorsunuz. Öncelikle bize biraz bundan bahsedebilir misiniz?
Peter Groenendaal: Bu, Holly Whyte’tan ilham alınarak ortaya çıktı. Holly Whyte, Amerikalı bir şehirci, organizasyon analisti, gazeteci ve iyi bir gözlemci. 1917’de Pennsylvania’da doğdu ve 1999’da New York’ta öldü. Whyte, mekanlardaki insan davranışlarını ifade etmek için, doğrudan gözlemleme yolunu seçti. Bunun için fotoğraf makineleri, video kameralar ve birçok not defteri kullandı. Kentteki kamusal hayatı ölçülebilen ve objektif bir biçimde anlatmaya çalıştı. Whyte, New York’taki Bryant Park’ın yenilenmesinde de önemli bir rol oynadı. Ayrıca, Jane Jacobs, Dan Biederman gibi şehir planlama hakkında yazarlara danışmanlık hizmeti de verdi.
Fred, Holly ve Jane’le çalıştığı için çok şanslıydı. Bugün tüm dünyada mekanların organize olması adına başlı başına bir ilham kaynağı. Bir gün bir yerlerde mekan yaratmak hakkında şöyle bir şey okumuştum: “Dinamik bir insani fonksiyon, bir özgür kılma hareketi, sakin kalma ve güzelleştirme eylemi, bir yetkilendirme işi. İşte bu inanılmaz güç beni her defasında, tekrar ve tekrar heyecanlandırmaya yetiyor.
DÖ: Kamusal bir mekanın organizasyonunda ne gibi yöntemler kullanıyorsunuz?
PG: Bugün bunun için yapılması gereken tek şey bir çukur kazmak. Kamusal mekan organizasyonu kendini toplumun kalbinde bulur. “Placemaking” dediğimiz şey, tasarıma, planlamaya pek çok açıdan farklı bir yaklaşımdır. Bakmanız, dinlemeniz, insanlara soru sormanız, çalışmanız, oynamanız, keşfetmeniz lazım…
Basitçe düşünün, tüm bunları yaptığınızda, elinizdeki veriler belirli bir kamusal mekan için bir vizyon yaratmanıza ve oranın geleceğini görmenize yarayacak. Bu görüş, mekanda çabuk karar verilip strateji geliştirilmesine olanak sağlayacak ve bundan bir kamu yararı çıkarılmaması imkansız olacak. Küçük kamusal alanların kurgulanması, tamamen buradaki topluluğun çıkarları, sağlığı ve mutlulukları üzerinde yoğunlaşır.
DÖ: Kentlerde “Sürdürebilir Gıda Stratejisi”ni nasıl planlıyorsunuz? Mekanda yemek kültürü ile ilgili ne gibi girdiler ve çıktılar belirliyorsunuz?
PG: Şehir hayatında pazarda ya da sokaklardaki marketlerde biriyle sohbet etmeniz, kentin diğer mekanlarına oranla 10 kat daha fazla. Hala Avrupa ve Asya’daki büyük metropollerde bir pazar kültürü mevcut. Sokak pazarları, daha büyük ölçekli marketler ve alışveriş merkezlerinin tehdidi altında olsa bile hala şehirlerin esas merkez noktalarını oluşturuyorlar: İnsanların buluştuğu ve iş yürüttüğü merkezler… Bölgesel, mevsimler ve organik pazarlar çevrelerinde ekonomik açıdan başarılı ve sağlam bir ortam oluşturuyorlar. Sokak pazarlarıyla, “sağlıklı kamusal hayat” dediğimiz şey gerçekleşecek.
DÖ: Avrupa ve Kuzey Amerika’da hem kamusal hem de özel sektörde uzun yıllar süren tecrübeleriniz oldu. Sizin için en heyecan verici proje hangisi oldu?
PG: Birçok farklı projede görev aldığım için kendimi çok şanslı görüyorum. İçinde bulunduğum tüm projelerin bugün kim olduğumda ve kentlerde insanlarla iç içe olup bu işi tutkuyla yapmamda etkisi var. Genç bir Kanadalı diplomat olarak Mikhael Gorbachev ile tanıştım. Meslektaşlarımla birlikte O’nun için Saskatchewan’da üç haftalık bir çalışma programı hazırladık. “Amsterdam World City of Books”ta birçok kamusal alan projesinde çalıştım. Amsterdam’da belki de en büyük kitap pazarı projesini gerçekleştirdik. Düşünsenize sokakta 1001 tane kitap standı… Şu sıralar Amsterdam’da heyecan verici projeler için belediye ve üniversitelerle çalışıyorum.
DÖ: İstanbul’daki kamusal alan düzenlemelerini nasıl buluyorsunuz? Kamusal alanın daha etkin ve sürdürülebilir olması için neler yapılması gerek?
PG: Yalnızca şimdiye kadar İstanbul’da gördüklerim üzerine konuşabilirim. Aralık 2010’daki son ziyaretim süresinde, kentteki kamusal alanların çeşitliliğini görünce adeta kendimden geçtim. Sokaklarda yürürken sanki Bizans’ı bugün ve yarınla birlikte harmanlayan bir kentte yürüyormuş gibi hissettim kendimi. İstanbul gibi bir kentin kamusal alanlarını düzenlemek çok zor bir iş olmalı. Ayrıca Santralistanbul’daki Geçmişten Bugüne İstanbul sergisini de görmek çok güzeldi. İstanbul’da Metropolitan Planlama ve Kentsel Tasarım Merkezi’ndeki bazı kişilerle de görüşmelerimiz oldu, Gülensu sakinlerini ve Maltepe Belediye Başkanı’nı da ziyaret ettik. Sorunuzun cevabı ise toplumun kalbinde yatıyor. Kamusal alan organizasyonu teknikleri hakkındaki sorunuzun cevabını da burada bulabilirsiniz. Bence Taksim meydanı İstanbul’un hikayesinin başından sonuna büyük önem teşkil ediyor fakat Taksim’e gelen birçok insan Taksim Parkı’ndan uzak duruyor. Buradaki esas meydan okuma, parkın etrafında hızla artan gayrimenkul piyasasına rağmen, burası için kamusal bir çözüm getirmek olacaktır. İstanbul, Avrasya’nın başkenti. Canlı ve çalışan bir kalbi hak ediyor.
DÖ: Avrupa’da kamusal mekan planlanmasında aktif bir role sahip misiniz? Yerel yönetim ne kadar yardımcı?
PG: Ne kadar etkin bir rol oynadığımı zaman gösterecek. Kendimi kentli, sermaye sahibi ve turist arasında bir araç olarak görüyorum. Kuzey Afrika ve Orta Doğu’daki son gelişmelerle birlikte, insanların neleri değiştirebileceğini anlamak çok heyecan verici oldu. Sosyal medya ve sanal görüşmelerle yerel yönetim de, burada insanlara yardım etmek için elinden geleni yapmaya başladı. “Open data” (açık veri) dediğimiz şeyin yolu açık, ilerliyor. Bizim kamusal alanlarımız insanların buluşabileceği ve iş konuşabilecekleri yerler. Bu mekanlar herkes için, herkese açık. Güne ve daha iyi bir dünyaya herkese “günaydın” diyerek ve belki de güzel bir Türk kahvesiyle başlıyoruz.
DÖ: Çok teşekkür ediyoruz…