Geçtiğimiz günlerde Türkiye'ye gelen David Turnbull'dan, su sorunu yaşayan coğrafyalarda, "Waterbanks" adını verdikleri bir yapı tipi ile yağmur suyunu toplayıp kullanıma sokan projelerinin hikayesini dinledik.
Profesör David Turnbull’un kurucusu olduğu, son on yıldır Doğu ve Batı Afrika’da etkin ve sürdürülebilir su toplama sistemleri inşa eden PITCHAfrica projesi kapsamında tamamlanan çalışmalardan oluşan sergi, 2 Aralık 2018 tarihine kadar The Circle’da ziyarete açık olacak. Mimarlık pratiğine Atopia Innovation ve Atopia Research ile iki koldan devam eden Turnbull ile Taşkışla’da katıldığı Watershed/Havza sempozyumu öncesinde konuştuk.
Atopia Innovation ve Atopia Research’de yürüttüğünüz güncel projelerden bahsederek başlayabiliriz bence.
David Turnbull: 1996 yılında Londra’dan New York’a taşındım ve Yale Üniversitesi’nde profesör oldum. Orada kaldığım 3 sene benim için önemli bir zaman dilimi oldu. Londra’da James Striling’in ofisinde, Singapur’daki bir proje üzerinde çalışıyordum. Amerika’dan bir öğretmenlik teklifi geldi ve gittim. Bu bir dönüm noktasıydı. Bir sonraki dönüm noktası ise 2004-2005 yıllarında, Sri-Lanka ve Endonezya’daki tsunamiler zamanında, Londra’daki Arup için bazı danışmanlık işleri yapmamdı. Tsunaminin ardından Sri-Lanka’nın güneybatısındaki üniversitenin tadilatı projesindeydim. Bu çok önemli bir deneyimdi, çünkü şehrin karmaşıklığında tasarlamaktan radikal olarak farklı bir pratikti. Stirling’in ofisinde, 50bin- 150bin metrekareden büyük projelerde çalışıyordum. Demiryolu istasyonları, büyük sergi ve toplanma alanlarıyla ilişkili çok amaçlı alışveriş alanları… Bu sayede dünyanın her yerine gittim. Japonya’da iki önemli projede çalıştım, İspanya’nın güneyinde çalıştım… İlham verici bir dünya deneyimi edindim, çünkü bu deneyim bana bazı şeyleri yapmanın mümkün olduğunu gösterdi. Londra’dayken eş zamanlı olarak Tokyo’da çalışmak; bütün bu saat farkı, iki ekip sahibi olmak ve global düşünmekle mümkündü.
Fakat bir süre sonra, ben ve eşim Jane Harrison, zaten oldukça iyi hayatları olan insanların yaşamlarını daha da iyileştirme sürecine dahil olduğumuz düşüncesiyle, giderek artan bir yılgınlığa kapıldık. Modern mimarlığın önemli bir unsuru olarak gördüğümüz, daha fazla sayıda insana hizmet edecek tasarımlar yapmak fikri ile bağımızı kaybetmiştik. 1952, bu fikir adına, mimarlık tarihinde önemli bir eşiktir. Fransa’da yapılan ve Kuzey Afrika’dan mimarların geldiği 9. CIAM toplantısında Kuzey Afrika’daki geleneksel komünitelerin yaşantılarına dair çizimler gösterilmişti. Bu çizimler bir süreliğine mimarlığın gidişatını değiştirdi. Mimarların, şehirlerden ve ülkelerden bağımsız olarak, gezende yaşayan insanlara hizmet etmek ve barınak sağlamak için çalışabilecekleri fikri hakim oldu. Bizim hissimiz mimarların genel anlamda bu amaçlılık duygusunu kaybettikleriydi. Dahil olduğumuz her proje -ofisimizde değil, fakat başka insanlar için çalıştığımızda- dünyanın daha zengin kısmı için planlanmıştı. Farklı bir şekilde çalışmak istedik ve paralel devam edecek iki farklı pratik kurguladık.
Burcu Bilgiç: İki farklı nasıl beraber devam ettiriyorsunuz? Birbirini besleyen pratikler mi bunlar?
Atopia Innovation bir tasarım danışmanlığı firması, burada doğrudan danışmanlık yapıyoruz. Yakınlarda yine Arup için bir danışmanlık projesine başlayacağız. Atopia Research ise kar amacı gütmeyen bir araştırma organizasyonu. Bu araştırma organizasyonu çerçevesinde bir dizi bağımsız proje başlattık, PITCHAfrika bunlardan bir tanesi. Bu model şunu sağlıyor: kar amaçlı bir danışmanlık projeleriniz var, kar amacı gütmeyen araştırma projeleriniz var, iki tarafta da uygulamalarınıza devam ediyorsunuz ve bir tarafta edindiğiniz bilgi diğer tarafı besleyebiliyor. Mesela Pekin Olimpiyatları zamanında Pekin’deki gayrimenkul geliştiren bir firma için çalışıyorduk. Onlara verdiğimiz danışmanlık; projeyi hava kalitesi çerçevesinden yeniden programlamak, markalandırmak ve organize etmek üzerineydi. Çünkü özellikle olimpiyatlar yaklaşırken şehrin hava kalitesi çok kötüydü. Binayı gösterip şöyle diyebilirdiniz: işte burada biyosfer olarak çalışacan bir bina var. Bina içerideki hava kalitesinin dışarıdakinden çok daha iyi. Burada çok büyüleyici bir şey var ve bu sadece havanın kalitesini değiştirerek elde ediliyor. Pekin’de bunun üzerine çalıştık.
Yine aynı zamanlarda, Atopia Research ile su üzerine çalışıyorduk. Suyun bütün peyzajı değiştirdiği Endonezya’daki tsunami sonrası, su kalitesi sorunu üzerine düşünmeye başladık. Tsunami bir yandan da ülkede devam eden iç savaşın ateşkes döneminde gelmişti. Yani politik ve çevresel karmaşıklık üst üste binmişti. Kişisel olarak böyle durumları oldukça ilginç buluyorum, bu konular hakkında düşünmenin zorluğunu da seviyorum: İmkansız gibi gözüken, düşüncenin ötesinde bir durumla karşı karşıya geldiğinde ne yaparsın? Bu durum hakkında nasıl düşünebilirsin?
Su üzerine geliştirdiğin düşünceler hangi noktada PitchAfrika projesine dönüştü?
Havaya, suya dair meseleler çok derindi ve zihnimizde bazı basit sorular belirmişti: 120 milyon insanın temiz suya erişiminin olmadığı ve Afrika’daki pek çok ülkede kırsala su sağlamak için düşünülen tek yolun zaman zaman kirli olan taban suyuna kuyu açmak veya eski, tükenmiş ve tekrar dolmayacak su kaynaklarına yönelmek olduğu bir durumda, suya erişim üzerine nasıl düşünülebilir? Suya erişim, kendisiyle beraber hangi bir dizi konuyu gündeme getirebilir? Beslenme bunlardan biri. Eğer suyun varsa tarlaları sulayabilirsin ve daha iyi bitkiler yetiştirebilirsin, gıdaya takviye yapabilirsin. Aynı zamanda su getirmek için kuyulara veya diğer su kaynaklarına uzun mesafeler kat etmek zorunda kalan ve okula gidemeyen gençlerin okula gidebilmelerini mümkün kılabilirsin. Böylelikle proje için yola çıktık.
2007 yılında Kopenhag’da, Kopenhag Uluslararası Tiyatrosu ve Danimarka Mimarlık Merkezi tarafından bir bienale davet edilmiştik. Performans sanatları üzerine olması dışında her şey bir tasarım bienali gibiydi (gülüşmeler). Biz de performans sanatçısı olmadığımız için şehirde üzerine çalışabileceğimiz bir şeyler bulmak için dolanmaya başladık. Bu sırada şehirde Evsizler Dünya Kupası düzenleniyordu. Bir futbol kupası olan festivale tüm dünyadan 49 ülkenin katılımcıları 4’er kişilik ekiplerle katılıyorlardı. Sokak futbolu oynuyorlardı; sahada üç kişi, kalede bir kişi oluyordu. Etkinlik çok ilgimizi çekti ve Evsizler Futbol turnuvası için gazetecilik yaptık. Mimar olduğumuzu ve etkinliği gazeteci gibi takip etmek istediğimizi söyledik, onlarda bize gazeteci girişi verdiler. Maçları videoya kaydettik ve turnuva için t-shirt tasarladık. Maçları izlerken Jane ile birlikte sahanın ne kadar su tutabileceğini hesapladık. Hızlıca yaptığımız bir hesaplama Kopenhag gibi ortalama yağışa sahip bir yerde senede 1 milyon litre su toplanabileceğiydi ve bu oldukça iyi bir miktardı.
Afrika Kıtası’nda nasıl bir tabloyla karşılaştınız?
Afrika’nın bazı yerlerinde yağış miktarı daha fazla. Mesela Gana’nın Kumasi şehrine Kopenhag’ın üç katı yağış düşüyor. Bu fikir ilgimizi çekti ve kıtanın her yerinden Afrikalı oyuncularla bir dostluk turnuvası düzenledik. Oyuncular bizim tasarladığımız turuncu ve yeşil formaları giydiler. Oyun oynandı ve videoya kaydedildi ve sonunda bir kitap haline getirdik; çünkü bienalde bir sergi yapmamız gerekiyordu. Bu kitap için çok hızlıca çizimler yaptım, belki 10 dakikalık çizimler… Bu çizimleri hala kullanıyoruz, çünkü bunlar özet çizimlerdi. Bir stadyum düşünün ve sahayı su havzası olarak kullandığınızı hayal edin, su tutan bir havza. Yağmur düşüyor, tribünlerden stada toplanıyor ve sahanın altındaki su deposuna süzülüyor. Ve eğer tribünlerin altındaki alanı bir okul, komünite merkezi, klinik veya atölyeler gibi bir programla kullanırsanız çok amaçlı ve kentsel bir öneri yapmış oluyorsunuz. İnsanların gelip kullanmaları için çekici bir yer oluyor ve aynı zamanda spor yapabilecekleri bir saha da sağlıyorsunuz. Fakat hepsinden önemlisi bir su kaynağı olması. Bu öneriyle Amerika’daki Annenberg Vakfı’na gittik ve bize 3 sene proje üzerinde araştırma yapmamız için para verdiler.
Projenin araştırma kısmı Amerika’da mı devam etti?
Projenin araştırma kısmını Amerika Birleşik Devletleri’nde yaptık; fakat hiç yol veya altyapısı olmayan yerlerde ve yoksulluğun olduğu yerlerdeki durumla nasıl başa çıkılabileceğini bakıyorduk. Danışman kurulumuzda bilim adamları da vardı. Princeton’dan Wole Soboyejo -ki daha sonra Abuja’daki Afrika Bilim ve Teknoloji Üniversitesi’ne geçti- ile beraber çalıştık. Araştırma süreci 2007 ile 2010 arasında devam etti ve sürecin bitimi Güney Afrika 2010 Dünya Kupası’na denk geldi. Bu, stadyumları bölgeye temiz su sağlamak için kullanma fikrini tanıtmak için iyi bir zamanlama oldu. İlk pilot projemizi, 2010 Dünya Kupası’nı kutlamak için Los Angeles’ta yaptık.
Ardından 2011 yılında Zeitz Vakfı’ndan bir çağrı aldık ve ilk defa Kenya’ya gittim. Laikipia Unity Cup projesiyle bizim önerimizin çok iyi uyacağını düşünüyorlardı. Zeitz Vakfı’nın bulduğu fonla Uaso Nyiro İlkokulu’na PITCH prensiplerini uyguladığımız bir yapı inşa ettik. Böylece çok miktarda suyu toplamak ve depolamak için sadece spor sahalarının değil başka tipolojilerin de kullanılabileceğini fark ettik ve bu tip yapıları “Waterbanks” olarak adlandırdık. Uaso Nyiro İlkokulu “Waterbanks”i uygulayabildiğimiz ilk projemiz oldu.
Havza/ Watershed sergisi açılışından, David Turnbull