Sinopale'yi ana küratörü Melih Görgün'le konuştuk.
Sinopale, 2006 yılında bir grup kültür insanının biraraya gelerek tasarladığı bir etkinlik modeli. Çağdaş sanatı çok farklı bir boyutta ele alan bienal, katılımcı, kollektif ve süreç odaklı bir çalışmayı benimsiyor. Sinop’a geldiğiniz andan itibaren herkesin hummalı bir uğraş içinde olduğunu görebileceğiniz bu etkinlik, kimseye temas etmeyen, gösteri mantığından ibaret bilindik bienallerin tersine kente ve kentliye dokunan bir proje. Bu yıl beşinci kez düzenlenen Sinopale’yi ana küratörü Melih Görgün ile konuştuk.
Melih Görgün: Sinopale 2005 yılında küçük bir sergi fikriyle başladı ancak İstanbul’da gerçekleşeceği mekan konusunda sıkıntı çıkınca, ben zaten böyle şeyleri kendi memleketimde yapmayı da sevdiğim için, “Acaba Sinop’ta yapabilir miyim?” diye düşündüm. Sonra bu iş neden uluslararası olmasın dedik ve benim gibi düşünen birçok kültür aktörüyle bir araya gelip Sinop’ta kendisine ait modeli olabilecek bir şey üzerinden çalışmaya başladık. 2005 yılında buraya geldik 15 kişi olarak. Yurt içi ve yurt dışından insanlarla birlikte ve başta Avrupa Kültür Derneği olmak üzere birçok sivil toplum derneğinden de kültür alanında çalışan insanlarla, sonrasında Sinopale adını alacak olan bir etkinlik modeli üzerinden çalıştık. Ancak üzerinde durduğumuz nokta kendi imkanlarıyla dönebilecek, var olan belleği ve bilgileri kullanarak yeni bilgiler üretebilecek olan bir etkinlik önerisiydi. Sonra da bunun bir adını koyalım derken Sinop ve Bienal kelimelerini birleştirerek Sinopale adıyla bir proje alanı oluşturduk. 2006 yılından itibaren de Sinopale’yi gerçekleştirmekteyiz.
Marka kent meselesinde ciddi bir kafa karışıklığı var, işin suyu çıkmış vaziyette. Bu tür tabirlerin Sinop için çok kullanılması gerektiğini düşünmüyorum çünkü marka kent dediğiniz şey dışarıdan dikte edilen ve onun için oluşturulan bir takım tanımlamalarla oluşuyor. Ama bazı kentler vardır ki onun kendi kültür katmanları, bilgileri onu bir marka olarak ortaya koyar. Bunların hepsi kıyıda köşede kalmış, pazar içine çıkarılması için oluşturulmuş bilimsel olduğunu zannettiğimiz tanımlar. Sinop’u bu tanımdan kurtardığımıza göre şimdi bienalin buradaki değerine bakalım.
Bienal dediğimiz şey bir yüzyıldır uygulanan etkinliklerdir ve her bienalin de iddia ettiği özellikleri vardır. Ancak benim tanık olduklarım herhangi bir şekilde kentin dokusuyla buluşmadan, bir takım eklektik bilgilerle donanarak oluşturulan, o esnada kentin görünürlüğünü sağlayan ama sonrasında kente çok temas etmeyen, sorunun üzerinden gitmeyen gösteri alanları. Biz ise Sinopale’de süreç odaklı bir çalışma içerisindeyiz. Bütün tarafların yani kentte yaşayan, kente dışarıdan gelen ya da kültür veya sanat etkinliği içerisinde bulunacak olanların temas etmesini sağlayan bir modelden bahsediyoruz. Yani bir imece modelinden bahsediyoruz aslında, ortak imece usulü içerisinde sonuca ulaşmaktan bahsediyoruz. O nedenle bizim için önemli olan şey süreç.
Sürecin içinde de paylaşımlar olması gerekiyor ve bu paylaşımlarla beraber de katkılar olması gerekiyor. Biz de bunun içerisinde Sinopale’nin yeni bilgi alanları diyebileceğimiz tanımlamalar oluşturuyoruz. Ancak diğer bildiğimiz bienaller bunu denemeye çalışsalar da kentteki bir sorun üzerinden gitmedikleri ya da onu sorun eden kişilerle çalışmadıkları için hep eklektik bir şekilde duruyor. Türkiye’de böyle örnekler var. Devam edemeyen bienaller var, etse de küratörün gözünden tanımlama yapılarak yapıştırılan projeler var. Biz böyle bir şeyin peşinde olmadığımız için adımız Sinopale. Siz Sinop’tan içeri girdiğinizde havayla temas ediyorsunuz, sokaktaki insanla ve onun kültürüyle, deniziyle, suyuyla ve sorunlarla birebir temas ediyorsunuz. Sanatçıları da bu sürece bu şekilde dahil etmiş oluyoruz, mesela onlar hiçbir zaman dışarıdan, bitmiş bir yapıt getirmiyorlar. Kısa bir süre içerisinde, bir an dahilinde buraya geliyorlar ve edindikleri sorunu sanat yapıtına dönüştürürken buradaki insanların bilgisinden ve bedensel katkısından yararlanıp ortak bir iş ortaya çıkıyor. Her ne kadar o sanatçının ürünü gibi gözükse de her yaştan insanın katılımıyla gerçekleşmiş oluyor ve bunu biz teşvik ediyoruz. Sokaktaki adamı çekiyoruz al bununla çalış, ya da al buna bilgi aktar diye. Bu çok önemli çünkü bu tür temas noktaları oluşturulmadığı takdirde son derece suni, eklemlenmiş, içselleştirilememiş bir şey oluşturmuş oluyorsunuz, biz ise bunun tam tersini yapıyoruz. Hatta bu sene mekanlar bağlamında yeni bir öneride bulunacağım; kimsenin görmediği, kentin kör noktaları denilen alanlar vardı. Sergiler için bunların kullanılabileceğini tespit edip sahiplerinden de kullanılması için katılım bekledik ve onlar da katıldılar. 30- 40 yıldır kullanılmayan ama sahipleri hala yaşayan mekanlardı bunlar. Onlar da şimdi kentin içerisindeki bir anı alanı olduğu için şimdi daha yenilenmiş bir şekilde varlıklarını sürdürecekler, mesela burada da bir temas noktası yakalamış olduk. O bina neydi? Neden var? Neyin örneği? Çünkü bunların her birisi Sinop’un kentsel katmanı içerisinde çeşitli dönemlere ait olan mimari yapılar. Oradan da kültür yapısını rahatlıkla okuyabiliyorsunuz.
Sinopale böylelikle insanları, mekanları birbirine bağlayabiliyor, insanların o mekanları fark etmesini sağlayabiliyor. Hatta yeni projelerin oluşabilmesi için potansiyel de oluşturabiliyor. Sinop Cezaevi’ndeki bazı alanlar terk edilmiş alanlardı. Sinop Bienali’nde kullanılmasının ardından fark edildi. Kültür mirası projesi adlı bir fon aldı, Türkiye’nin bu bağlamda aldığı en yüksek fon. Dünyada nasıl kullanıldığına dair deneyimler vardı, bunların fikir babalarını getirdik, fikirlerini beyan ettiler. Süreç içerisinde Sinopale’nin katkısı oldu. Şimdi ise kullanılmayan alanlar için sahipleriyle aynı şeyi yapıyoruz. Onları bu alanlara çekip aslında kullanılabilir olduğunu önerilerle gösteriyoruz. Şu an içerisinde bulunduğumuz Hal Binası önemli ticaret merkezlerinden birisiyken şimdi kaderine terk edilmiş bir yapı. Ama buranın bir anısı var, kaderine terk edilemez. Üstüne üstlük de bir sivil mimari örneği. Yaptıklarımızla bu alanın kullanılabileceğini gösterdik. Bunun üzerine de belediye de “burası uluslararası bir faaliyet alanı olarak kullanılabilecekse biz neden bunu kullanmıyoruz?” diyerek bir dönüşüm başlatmaya karar verdiler. Var olan esnafın faaliyetlerini sürdürerek yani bakkalın, kasabın, terzinin bilgilerine daha çok bilgi katacak başka bir alan oluşacak, onların da bilgisiyle. Gelenekselle çağdaş arasındaki durumu da gözeterek bir yenileşme projesi oluşacak burada. Sinopale’nin bir diğer katkısı da bu.
Sinop Hal Binası
Aynı zamanda çocuklarımızı, gençlerimizi atölyelerde yetiştiriyoruz. Onlar çocukken şimdi de genç olarak gönüllü katkıda bulunuyorlar bizlere. Gittikleri üniversitelerde farklı vizyonlara sahip olabiliyorlar. Böylelikle onların gelişme katmanlarında bizim de bir etkimiz var. O da bir Sinopale etkisi oluyor. Sonuçta Sinopale farklı yönlerden kentin içerisindeki yaşayan dinamikleri, bilgiyi, arkeolojik alanları, şehir katmanlarını, şehirliyi, köylüyü bir araya getirerek bir imece kültürünü yaşatmayı hedefliyor.
Çok önemli. Sinopale zaten bu samimiyet üzerinden ilerliyor. Gerek yurt içi gerek yurt dışında gerçekleştirdiğimiz çalışmalarda ya da en azından biriyle temas ettiğimizde bu samimiyet üzerinden ilerliyoruz. Çünkü Sinopale kendi ekonomik çarkını da katkılarını da kendisi üretmeye çalışılan bir proje. Bir sponsorla desteklenen, geliştirilen bir şey değil. Bu da samimiyet etkisiyle oluyor. Çünkü diyoruz ki bizim bu samimiyete ihtiyacımız var. Evdeki anne televizyonunu alıp getiriyor, buradaki amca kahvesini veriyor ve bu şekilde yapıyoruz, ömür boyu da sürecek bir şeydir bu. Burada önemli olan şey para değil. White Cube sergiler vardır ya, biz öyle bir şey beklemiyoruz. Burası zaten olduğu gibi White Cube mekanı; şehrin girişinden tutun içindeki performanslar, kamusal sanat çalışmalarına kadar. Tanımlanmış beyaz küpün içerisindeki sanat meselesini aslında daha geniş kapsamda, kent ölçeğinde ele alan bir çalışma Sinopale. Ama bunu milyonlarca liralık bir bütçeyle değil, samimiyetle yapıyoruz. Amacın ortaklığını koyduğunuz zaman, onlar da onlara yardımcı olacak bir şey yaptığınızı düşünüp size yardımcı oluyorlar. Diğer türlü hiç kimseye temas etmeyen bir çalışma yaptığınızda kimseyi dahil edemezsiniz. Çünkü Sinopale, dahil olmayı, katılımcılığı önemseyen bir çalışma.
Katılacak olan kişileri belirlerken hep bir önceki adımla beraber düşünüyoruz. Yani onlarla işbirliği içinde olduğumuz bazı projeler oluyor ve orada sanatçının tavrını görüyoruz ve ondan sonra davet ediyoruz. Hiçbir zaman küratörün tek başına seçkisine bırakmıyoruz. Önce birlikte bir deneyim paylaşıyoruz ve o kişiye davette bulunuyoruz, o da bir başka isim önerilerinde bulunuyor şu kişiyle çalışabiliriz gibi. O nedenle bizim yaptığımız işte ünlü birini buraya getirip iş yapmak yok. Uygun birini buraya getirip ve sonra da bunun sürdürülebilirliği bağlamında gittiği yerde yeni ortaklıklar kurabilmesi önemli ki bugüne kadar da böyle oldu. Daha önce bizimle birlikte çalışmış olan kişiler hep bir yerden temas etmişlerdir bizimle. Ürettiğimiz işin de peşindeyiz, onu da yalnız bırakmıyoruz. Örneğin Sinopale 4 zamanında XsentrikArts adlı sanatçı grubunun İçimdeki Deniz adlı filmi buradaki deniz ve gelecekle ilgili kaygıları olan kişilerin hikayeleri silsilesi. 1 saatlik bir belgesel bir film. Bundan önce dünyadaki bazı müzelerde ve önemli film festivallerinde belgesel film kategorisinde gösterildi. Mesela burada öyle bir şey yapıyorsunuz ki, burada yapılmış olan işle dünyada bir Sinop algısı yaratıyorsunuz. Orada yaşayan insanları, onların umutlarını, umutlarının kırıldığı anları gösteriyorsunuz, bir yandan da çevresel olarak Sinop ile ilgili bilgileri de gösterdiginiz zaman insanların kafasında bir düşünce oluşuyor. 2011 yılında yaptığımız “Geleceği Biriktirmek” adlı bir ara projede Sinop’taki yerel toplum, sivil toplum dernekleri ve sivil halkın katıldığı 15 günlük bir kent akademisi çalışmasıydı. Onun sonucunda yayınlanan deklerasyonda Sinop bir düşünce kenti olarak tanımlandı. Böyle olduğu için de bu düşünceleri üretip onu nasıl geliştirilebileceğine bakıyoruz. Sinopale’de üretilen sanat yapıtları da bunun sürdürülebilmesine yönelik araçlardır.
Sanatçı Ona B. Rüya Dükkanı isimli projesini hazırlarken
Sanatçı Esther Kempf çalışmasını hazırlarken
Buraya gelen sanatçı sonraki yıllarda da iş üretmek istiyor. Mesela web sayfamıza baktığınızda aynı isimleri görebilirsiniz belki ama onların projeleri devam ediyor, sürece bağlı olduğu için bitmiyor. Diyor ki “Ben bu sene bunu yaptım ama gelecek sene bunu yapayım”. Bizim için çok normal bir şey, elbette ki her defasında farklı bir durumu göstermeye çalışıyoruz ama devam eden bir proje varsa ve yararlı bir projeyse onu da kesmenin anlamı yok. Hatta bir önceki sene sanatçı olarak gelip sonraki sene teknik eleman olarak bile katılmayı önerenler oluyor. Çünkü temas ettiği işi bırakmak istemiyor. Mesela burada 2 Avusturyalı sanatçımız var, Johanna Reiner ve Johannes Hoffmann, onlar katılımcılığı teşvik eden projeler yapıyorlar. Galiba buraya dördüncü gelişleri çünkü bitmiyor onların projeleri, devam ediyor. Hep bir şekilde seçtiğimiz konularla ürettikleri işler bağlantılı olduğu için onlar işin içinde bulunuyorlar. Biz de bundan memnunuz. Çünkü bu durum hem devamlılığı sağlıyor hem de burada gelişen bir topluluk var, onlar da bu kişilerle ilişkilerini devam ettirdikleri için buralı gibi hissediyorlar. Bu da Sinop için yaratılmaya çalışılan turizm hareketliliğinde güzel bir model. Nitelikli insanı getirebilirsiniz sanata değer verdiğiniz durumda. Yani sorunun en başına dönersek bu marka kent olayı Sinop için geçerli olan bir durum değil. “Gölge etme başka ihsan istemem” demiş Diyojen. Belki de biz burda kendimize biçilen kaftanı başka bir şekilde biçip elbise yapmaya çalışıyoruz.
Bu seneki temamızın adı Kümeler ve Kristaller: Sıfır Noktasında Gözlem. Minör ve major meselesini ele alan bağlam olarak taslak kısmı hazırlandı. Dimitrina Sevova ile de teorik kısmını geliştirdik. Burada ele aldığımız mesele Sinop’un var olan genel probleminden yola çıkıp geleceğe bakışta daha küçük ölçeklerde kişilerin, kentte yaşayanların neler düşündüğüne, geleceğe neler bırakmamız gerektiğine dair, zanaat ve sanat arasındaki üretim ilişkisinin devamlılığına dair ve çevremizde olan bitene karşı duyarlılığımıza dair pek çok şeyi içermekte. Daha çok sosyal paylaşım üzerinden gidiyoruz, kümeler ve kristaller de bu yoldan ilerleyen ama bunu yaparken de insanı merkeze oturtan bir konsept. Zaten burada insan odaklı düşünmediğiniz zaman oluşturmak istediğiniz şey bir yıkım üzerinden gidecektir. Kümeler ve kristaller temasıyla da büyük bir durumun küçük birimlerde nasıl etki yaratacağına dair bir durum araştırmaya çalışıyoruz. Bunu, sinopale.org sayfasından da daha ayrıntılı görebilirler.
35- 36 sanatçının da içerisinde olacağı bir ana sergimiz var. Etkinliklerimizde performansı en fazla kullanan tek bienaliz. Sinopale, kamusal alanda çok fazla performans gerçekleştiren Türkiye’deki bienallerden birisi. Kamusal alanda kamusal sanatın oluşturulabilmesi için önemli bir yer Sinopale. Kenti bir sanat üretim alanı olarak kullanma üzerinden gittiği için kamusal alan meselesini de gündeminde tutan bienallerden. Bunun yanısıra katılımcı sanatı da teşvik eden bir Sinopale var. Bu seneki programda da gerek performanslar gerek video enstalasyonları, gerekse film gösterimleri programlarında hep bu katılımcılık meselesi üzerinden gidiyoruz.
Ana sergimiz var bienal konseptiyle bağlantılı olarak oluşturduğumuz. İkinci sergimiz ise Viyana mimarisini 1919-1934 arasında gösteren Red Vienna Architecture, bunu Mimarlar Odası’nda göstereceğiz. Onun haricinde İdeal Laboratuvar başlığını koyduğumuz köy enstitülerinden esinlenen ortak üretim, ortak bilinçlenme alanlarını gösteren ve sanatçıların kendilerine ait çıkarımlarını yaparak sanat üretimi gerçekleştirdikleri bir sergi var ki Emre Zeytinoglu ile birlikte küratörlüğünü yaptık. Şu anda Bükreş’te Çağdaş Sanat Müzesi’nde gösterilmekte, oradan buraya gelecektir.
Bir diğer etkinliğimiz ise “lecture performance” dediğimiz Dimitri Sevova’nın yapacağı bir anlatım performansı. Bunun haricinde küratörlerin film seçkileri var ve bunlar da dünyanın önemli müzelerinde gösterilen sanat filmleri üzerinden olacaktır.
Ayrıca dış mekanlarda, evlerin bahçelerinde halka açık film gösterimlerimiz olacak. Bunlar da yine farklı ülkelerden seçkiler içeriyor. Dünyanın en büyük elektronik sanat etkinliği olan Ars Electronica’nın bir seçkisi var. British Council ve Goethe Institut’ten Kurtz&Gut (Kısa ve İyi) diye bir Hollywood film seçkimiz var.
Bunun yanında en önem verdiğimiz kısım olan Sinopale çocukta farklı temsiliyetlerden, müzik, görsel sanatlar gibi bir program hazırladık. Çağla Çakır Sönmez’in yönetiminde bir plastik sanatlar atölyesi olacak. Arsu Güzel Sanatlar Akademisi işbirliğinde yaptığımız beden müziği atölyesi olacak. Bu hem çocuklara hem büyüklere yönelik bir atölye.
Sinopale Performans başlığını koyduğumuz Ağustos ayının da nerdeyse tamamını kapsayan performans sanatları dizisi var. Almanya’dan, Kanada’dan, Türkiye’den birçok sanatçı burada kendilerine ait programlarını gerçekleştirecekler .
Ve tabii ki paralel etkinlikler var şehir içinde, bu donemde açılacak birçok sergi mevcut. Buraya ait olan sanat üretimini de gösterebileceğimiz Fotograf Amatörleri Derneği’nin ya da Sinoplu bağımsız sanatçıların yapacağı sergiler, etkinlikler mevcuttur.
Şunu da unutmadan eklemek istiyorum katılımcılık meselesi çok önemli. Tüm kaynaklarımızı, mekanlarımızı yerelin katkısıyla elde ediyoruz. Konaklamamızı, yiyecek ihtiyacımızı buradaki insanlardan temin ediyoruz. Buradaki etkinliklerimizi de arşivliyoruz. Taşıyabileceğimiz kısmını da yurt dışında sergiliyoruz. Üretilen işler burada kalmıyor, bunların farklı programlarını hazırlayıp mutlaka yurtdışında göstermeye gayret ediyoruz. Bu da Sinop’un tanıtımı için geliştirdiğimiz başka bir yöntem.
11 yorum
Güzel bir yaklaşım ve tespit. Camiinin , taşın , suyun geçmişe yönelik hikayesi de çok güzel olmuş.
Bunun yanında tabii ki iyi ki geçmişte böyle bir Büyük Mimarımız olmuş diyorum.
Mimar Sinan’ın kusurları aranıyorsa bu kadar kasıp senaryo yazmaya gerek yoktu bence. Mesela bir çırpıda akla gelen Sinan’ın yapı eleman hataları;
Beşiktaş Sinan Paşa Cami kare formun daireseil kemere taşınışındaki çözüm elemanlarının su yalıtım detayı çok problemlidir ve hep su akıtır, Saraçhane Şehzadepaşa Cami avlu revaklarının hacme oranı oldukça kötüdür ve akustik başarısızlıktan dolayı boru etkisi vardır, Üsküdar Mihrimah Sultan Cami paye çözümü, mukarnas sütun başlığı ve kemer ilişkisi gerçekten başarısızdır.
yani diyeceğim Sinan’ın milyon kusuru vardır.
Sinan’ı ve tüm geleneksel Osmanlı mimari eserlerini inşa edenleri muhteşem kılan kütle-oran-doku-nisbet meselelerinin çözülmüş olmasıdır. Belki de en zor meseleyi kollektif bir şekilde halletmişler o dönem bu insanlar. Gerçekten bu da en takdir edilesi şeydir. Sinan’ın ilahlaştırıp halk kahramanı yapılması ona da bize de zarar vermektedir. Zaten Sinan’ı başarılı kılan da zaaf ve hataları olan bir insan olmasına rağmen bu denli başarılı olmuş olması değil midir.
Ebubekir bey;
Yazıda Mimar Sinan’ın bir hata yapmış olduğunu savlıyorum. Ama yazının yazılma amacı bu değil. Ben, klasik dönem eserlerindeki aksaklıkların ele alınması neticesinde elde edinilecek bilginin değerli olduğunu düşünüyorum ve bunu vurgulamaya çalışıyorum.
“Bu kadar kasmak” ve “senaryo yazmak” seviyesindeki tabirleri kullanırken neyi kastettiğinizi anlamıyorum. Yazıdaki savlarım somut gözlemlere dayanıyor. Bunlardan hiçbirisinin “kasmak” ve “senaryo yazmak” düzeyinde bir kelimeyi hakedecek şekilde zorlama olduğunu düşünmüyorum. Savlarıma yönelik eleştirileriniz varsa –ki pek tabi olabilir- bunları duymaktan memnuniyet duyarım. Ama bu kadar emek verdiğim bir çalışmaya sebepsiz yere hamasi laflar etmenize de sessiz kalacak değilim.
Notlar:
1- “Sinan Paşa Cami’nde kare formun daireseil kemere geçişindeki çözüm elemanları” derken: 1A- Öncelikle Sinan Paşa Cami’nin kubbesinde kare form dediğiniz herneyse o yoktur. Kubbe altıgen çardağa oturur. 1B- Ana kubbeyi taşıyan kemerler de yarım daire kemer (sizin tabirinizle daireseil kemer) değil sivri kemerdir. 1C-Mimarlık terminolojisinde “çözüm elemanı” diye bir tabir var mı, bunu siz mi uydurdunuz?
2- Akustik terminolojisinde “boru etkisi” diye bir tabir var mı, siz mi uydurdunuz?
3- Şehzadepaşa Cami diye bir cami yoktur. Onun adı Şehzade Mehmet Cami veya yaygın kullanılışıyla Şehzadebaşı Cami’dir.
4- “Şehzadepaşa (!) Cami avlu revaklarının hacme oranı çok kötüdür” yazdıktan sonra:
“Sinan’ı (…) muhteşem kılan kütle-oran (…) meselelerinin çözülmüş olmasıdır” demişsiniz. Ben bu işi pek anlayamadım?
Yazarken biraz acele etmişiz herhalde?
Mehmet bey ben konunun uzmanı değilim ancak fotoğraflarda neden hdr var?
Mehmet Bey Selam,
Öncelikle yazınızı değersiz bulmuş ve emeğinize saygısızlık etmiş değilim, sizi böyle bir çıkarımda bulunduracak üslubumun temelini sanırım; Arkitera’yı akademik tarafsız bir platform değil de rahat taraflı forum tadında bir yer olarak değerlendirmemden kaynaklıdır ki genelde hızlı okur ve genelde de cevap yazmam. Konunun ilgi alanım dahilinde oluşu hasebiyle ayaküstü sohbet edercesine karaladım bu yorumu da. İkinci kez sizin uyarınızdan sonra okumuş oldum ki ne kadar hızlı yazıldığı kelime hatalarından belli zaten. Bilseydim akademik bir makale yazardım ve belki Şehzade Caminin adını, Sinan Paşa’nın kubbe kasnağının oturduğu paye sayılarını doğru söyler, akustik terminolojiden daha afili kelimeler seçer, kütle nisbet meselesinin vahametini anlatıp bir revakla bir avluyla açıklanamayacağını söylerdim 😀
Ve yine niyetim halan sizi incitmek ya da altta sıralamış olduğunuz maddelere cevap vermek değildir.
Bu doğuyu/gelenekseli tukaka, batıyı/modernist tavrı olala edenlerden o denli yorulduk ki sanırım duygusal yaklaşıyor ve profesyonel davranamıyorum.
Uğur Tanyeli Hocanın Sinan diye birisi yoktur lafından sonra Aziz Doğanay Hoca ile Sinan’ın günlüklerini okuyup mihrap etrafındaki çinilere kadar adamın çalıştığını ve her türlü evrağın arşivlerde olduğunu öğrendiğim gün bu denli taraflı platformlarda Sinan’ı tartışmayı/anlatmayı/dinlemeyi bıraktım ben.
Yoksa buralarda methiyeler düzülen EAA Sancaklar Caminin çakma bir kiliseden ibaret oluşunu (google’a helmut striffler yazmanız yeterli sizi 1965 yapımı bir kilise karşılayacak) kim dillendirir mesela. Çünkü bu oportünist tavra aykırıdır. Bunun gibi niceleri. Neyse.
Bu denli bir meseleyi bir giriş saçağı bir çörten detayında dert edindiğiniz için batının ‘islam sanatları’ diye bir şey yoktur çıkışına muhatap olan bir camia size ziyadesiyle teşekkür eder.
Bu minvalde; küçük bir iletişim kazası oldu sanırım.
Selametle.
Durun siz kardeşsiniz
O değil de Sancaklar’a laf geldi, adminden müdahale bekliyoruz. Ya da Arkitera’da Hasan Fehmi takma ismini kullanan ofis elemanı cevap verir mi dersiniz?
bu konu bir şekilde ekşisözlüğe taşınmış. ve metne hak ettiği şekilde davranılmış. bir göz atın derim.
http://rktr.co/1JmuYLw
Bana bak CC, takma isim bizi bozar haberin olsun.
ben bi süredir kullanıyorum, herhangi bir bozulma yok bende. sizi neden bozdu anlayamadım?
takma isimlerden rahatsızsanız, TCKNO sorabilirsiniz kayıt sırasında, dükkan sizin. kaldı ki üç saniyenizi almıştır sistemden adıma soyadıma ulaşmanız.
Şaka şaka yahu.