“Tarihten Almak ve Geleceğe Vermek Mimarlık Fakültesinin Misyonu Olmalı”

Trakya Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Burcu Özgüven'e kent - mimarlık eğitimi ilişkisi ve mimarlık eğitimin mekansal karşılığı üzerine sorularımızı yönelttik.

Arkitera: Mimarlık eğitiminizin Edirne ile ilişkisini nasıl kurarsınız? Kentin eğitiminize katkıları var mı ya da eğitiminizin kente katkıları var mı?

Burcu Özgüven: Biz kentle mimarlık fakültesi arasında çok ciddi bir bağ kurduk. Yeni de değil, 25-30 senedir bu bağ var. Ne bakımdan kurduk, önce bir akademisyen bakışı ile söyleyeyim size. Mesela tezlerimizin önemli bir kısmı Edirne veya Trakya üzerine gelişiyor. Kentin tarihi strüktüründen, kentsel mimariye, malzemeye, korumaya, sürdürülebilirliğe ve modern mimariye kadar kentle ilgili birçok konuda akademik anlamda katkı vermek üzere bu çalışmalar devam ediyor. Bu çok önemli çünkü bunu bizden başka kimsenin yapabileceğini zannetmiyorum.

Edirne’deki tarihi binaların korunması, yeniden kullanılması ve kentsel strüktürün gelişimi, kentsel koruma planlarının nasıl düşünüleceği gibi konularda mimarlık fakültesinin ciddi katkıları var. Aynı zamanda hocalarımız koruma kurullarında yer alıyor. Kentle ilgili olan çeşitli çalışmalar var örneğin; Selimiye Alan Yönetimi gibi. Üniversite, özellikle mimarlık fakültesi ve kent arasında kuvvetli bir bağı biz akademik anlamda kuruyoruz. Bunun dışında eğitim anlamında sorarsanız eğer; projelerimiz olsun, derslerimiz olsun, Edirne ile iç içeyiz. Nasıl bir iç içelik bu? Projelerimizi mümkün olduğu kadar Edirne veya çevresinden konu olarak seçmeye çalışıyoruz. Burada Edirne’nin kentsel kimliği, tarihsel kimliği, geleceği, geçmişi yani gelecek de var tabii işin içinde.

Geçmişteki Edirne değil bizim konumuz, “tarihteki Edirne’yi nasıl yeniden kullanabiliriz”i önemsiyoruz. O kadar atıl bina var ki, yeni baştan binaları inşa etmektense boş tarihi binaları yeniden kullanmak hem daha sürdürülebilirlik hem de tarihe yeni bir anlam katmak açısından da önemli. O bakımdan da tarihi binalarını nasıl kullanabileceğimize dair çalışmalarımız, yüksek lisans derslerimiz var. Edirne’nin bu potansiyelinin değerlendirilmesi için çalışmalar devam ediyor. Aynı zamanda da Docomomo burada da Edirne’ye ilişkin bir takım çalışmalar yaptı. Özellikle de Edirne’nin modern mirasıyla ilgili olarak. Şimdiye kadar hiçbir çalışma yapılmamıştı açıkçası. Sadece 1910’lardan kalma bir elektrik fabrikası üzerine tek bir öneri geliştirilmişti. Bunun gibi birçok atıl fakat az bilinen ama değerlendirilmeyi bekleyen binalar var. 

Konuyu toparlamak gerekirse, bizim kentle olan bağlantılarımız bundan ibaret değil tabii. Mimar Sinan Haftaları var. Çünkü Mimar Sinan’ın gölgesindeyiz sonuçta. Selimiye’nin burada bulunması bizim açımızdan çok önemli. Her gün binaya bakıyoruz, Selimiye ile karşı karşıyayız her gün önünden geçiliyor. Öğrencilerin bundan etkilenmemesi mümkün değil zaten. Mimar Sinan Haftaları’nda da her hafta konuşmacılar davet ediyoruz. Ataman Demir, Cengiz Eruzun geçen senenin davetlileriydi. Çok faydalı bir workshop yaptık. Bunun dışında tarihi cadde, Saraşlar Caddesi’nde bir mimarlık sergisi yaptık. Halktan çok iyi geri dönüş aldık, herkes geldi inceledi, görüşlerini söyledi. Bu da tabii mimarlığın tanıtılması açısından, kent ve mimarlık ilişkisi açısından hoş bir çalışmaydı. Aslına bakarsanız her yaptığımız iş Edirne ile bir şekilde bağlanıyor diyebilirim.

 Yani Edirne de size açık ve size büyük bir katkısı var.

Aynen. Tabii tarihten almak ve geleceğe vermek bu bir anlamda mimarlık fakültesinin bir misyonu olmalı. Türkiye’deki bütün mimarlık fakültelerinin birer misyonu olmalı aslında. Çünkü bütün kentlerimizin mutlaka tarihi alanları var. Ve bu tarihi bölgeden alıp geleceğe aktarmak hem akademisyenlerin duruşuyla alakalı hem de bir misyon olmalı.
 

Mekan ve mimarlık eğitimi ilişkisi nasıl olmalı? Türkiye’de günümüz mimarlık eğitimine karşılık gelen stüdyolar, derslikler sizce yeterli midir? Yetersiz ise hani ne açıdan? Geleceğin daha yaratıcı ve özgürleştirici mekânsal karşılıkları mimarlık eğitime nasıl karşılık bulabilir? Şu an sahip olduğunuz eğitim mekanlarını istediğiniz doğrultuda geliştirebilir musunuz ya da dönüştürebiliyor musunuz?

Biz mekânsal olarak çok şanslıyız çünkü tarihi binada bulunuyoruz. Tarihi bir binanın hem artı tarafları var hem de bazı düzeltilmesi gereken tarafları var. Biz buraya geçtiğimiz zaman Trakya Üniversitesi’nin Eğitim Fakültesi’nin Güzel Sanatlar Birimi’ni içeriyordu. Daha sonra onlar çıktılar ve epey bir elden geçti bina, bugün tamamen mimarlık fakültesi olarak kullanıyoruz. Bina olarak şanslıyız, bulunduğumuz arazi Edirne Eskisaray arazisinin de bir parçası. Selimiye yapılmadan önce bütün bu bölge genel olarak Eskisaray arazisiydi. O yüzden de Edirne’nin en erken geçmişinden bugüne kadar üzerinde bulunduğumuz bir arazinin parçası hissediyoruz kendimizi. Bu tabii öğrencide bir farkındalık yaratıyor. Fakat mekânsal olarak yerleşiyor musunuz derseniz, yerleşmeye çalışıyoruz… Yani stüdyolarda bir sıkıntı yok hatta maket atölyesi yaptırdık geçen sene. Bir maket atölyemiz bile var. Öğrenciler gerekirse hafta sonları da kullanabiliyorlar maket atölyesini, özel bir izinle tabii ki ama kullanıyorlar. Bunun dışında ayrıca çeşitli atölye çalışmalarımızı gerçekleştirdiğimiz yerler var. Mesela; bilgisayar atölyemiz geçen hafta yenilendi 36 tane yeni bilgisayar alındı.

Bunun dışında fakülte kütüphanesi oldukça güzel bir kütüphane. Öğrencilerin kendi çalışmalarını gerçekleştirebilecekleri etüt odaları var. Yani mümkün olduğu kadar binaya yerleşerek fiziki koşullarımızı çözümlemeye çalıştık.

Peki, mimarlık fakültesini şehrin içinde ya da kampüste olması bir farklılık yaratıyor mu sizce? 

Tabii, olumlu yönde değişti. Çünkü mühendislik birimleriyle iç içe olmanın da kendine göre hoş tarafları var fakat şehrin uzağında olduğunuzda bir kopukluk oluyor. Yani şehirdeki dinamizmi, olup biteni göremiyorsunuz. Öğrenci sürekli olarak özlemler yapabiliyor. Bir de Edirne’nin içinde Ayşekadın’da oturuyor öğrencilerimiz genellikle. Yani evine gidiyor, okula geliyor, dolayısıyla ikisinin arasında dolaşmaktan şehri görmeye vakit bulamıyorlardı. Şimdi burada tam şehrin ortasında bulunmamız, tarih ile iç içe olmamız getirdi her zaman bir şanstır.

Etiketler

Bir yanıt yazın