Tasarımcının Deney Ortamını Teşvik Edici Rolü Üzerine

Ali Dur ile IABA Uluslararası Mimarlık Bienali 2013 - Mimarlığın Şablonu / Şablonun Mimarlığı sergisinde yer alan tasarım ile toplumsal davranış biçimlerine yönelik çalışması ve mekan hackerlığı üzerine çok özel bir söyleşi gerçekleştirdik.

Derya Gürsel: Çalışmanın temelindeki metinle başlayalım mı?

Ali Dur: Aslında süreç çok kısaydı. Yani bir çağrı yapıldı bulanık bir son başvuru tarihi üzerinden, ben de hemen Bienalin temel metnini okudum. Ve dedim ki şablon aslında hem sınırlayıcı bir şey ama biryandan da özgürleştirici bir şey. Metin biraz şablon dışılık ile bitiyordu ben de biraz onun etrafında dolanmaya başladım.

“New from template” diyerek kast ettiğimde oydu. Tasarımcıya ait bir eylem alanı olarak açık şablonu kullanmak istedim. Bunun örnekleri var 60’larda 70’lerde. Katılımcılık, açık plan… Yani bu bir deney alanıyken bir de işin öbür tarafı var yani şablonla kullanıcının munasebeti. Hackerlık birazda oradan geliyor. Dolayısıyla bu iki araştırma: tasarıma ve davranış biçimine yönelik bir araştırmanın çakışmasının fiziksel yansıması oldu. Belki de ben o kısa sürede fiziksel bir şey yaratmam gerektiğini düşündüm.

DG: O zaman davranışların fiziksel mekan ile ilişkisini tasarımın esnekliği ile sorgulama var?

AD: Aynen. Çünkü ben şablon dışı bir üretimin şablonun içinde olabileceğini düşünenlerdenim. 60’larda da bu düşünce var. Başka bir dünyanın, oturduğumuz dünyanın tam ortasında olduğunu, sadece başka bir türlü olduğunu düşünüyorum. Yani sistemin açığını bulmak, bozmak vs ile ilgileniyorum.

Yani dünyayı açık planlar kurtacak demiyorum, sadece tasarımcıya bu genel ortamı sağlamakla ilgili. Çünkü bu deney başladıktan sonra iki durum oluşuyor, birincisi kullanıcılar açısından bu durum ne kadar teşvik edilebilir yani sistemin açıklarını görmeye ne kadar teşvik edilebilirsiniz ki dışardan gelen birisi olarak bu deneyin bir artısı oluyor. İkinci bir deney var ki buna paralel, o da tasarımcının kendi tasarımının açıklığıyla ilgili. Tasarımın muğlak sınırlarının açıklığıyla ilgili. Yani tasarımı öne çıkarmak kesinlikle istemiyorum. O yüzden zaten biraz tanımsız tarafları var. Formu biraz tanımsız. Özellikle amorf diyebiliriz. Ama onun üzerinde onu kontrol etmeye çalışan bir grid de var.

Sistemin bir kısmı hareketli bir kısmı değil. İşte herşey hareketli olsun değil. Ben bir mimari düzen, bir plan vermek istiyorum çünkü diğer türlü o deneyin diğer boyutu kaybolur. Ama bu yapalım bozalım oyunundan çok, öngörü ve ikilem durumunu deneye dönüştürüyor.

DG: O zaman artık 60’lardaki gibi tüm parçaları verelim gibi bir katılımcılıktan söz edemiyoruz. Ya da katılımcı olduğunu iddia eden ama her yönü ile tanımlı bir durumdan… Tasarımda katılımcılık kavramının değiştiğini, değişmesi gerektiğini söylemek mümkün mü?

AD: Evet. Çünkü katılımın nasıl olabileceğine dair bir tasvir yapmak önemli hale geldi. Ben bunu bir kişi özelinde bile başarılı olduğunu hissettim bu işte. Yani işi tamamladım bence artık bitmişti. Ama birden bir baktım düşünmeye devam ediyorum. Yani hala işin açıklıklarını düşünüyorsun. Yani işi tamamen yıkmak tahrip etmekten farklı bir şey. Düşünülmemiş taraflarını düşünmek açıklarını yakalamak. Hatta sonra aklıma gelen şeyleri günlük gibi yazıp kaydettim. Ve linkini de verdim kaynaklarda. Tüm mimar arkadaşlara da dedim ki girin ve hackleyin. Yani Autocad olarak bir dosya var. Hacklenmeye açık ki bence katılımcılıktan daha öte bir şey, bir kültür.

Bunların ipuçlarını 60’larda bulabiliriz. Yani remiks kültüründen burada biraz bahsedebiliriz. Tüm mekanların ortak bir kütüphane olduğundan ve tüm kültürlerin buralardan istedikleri modelde, tarzda faydalanabildiğinden… Bu bir tavır. Açık kaynak kültürü de, yani birşeyi açık olarak bırakmak, gelişmesine, bilginin paylaşılmasına izin vermek.

Belki yaratım sıfırdan değil, yani devrim sıfırdan varolanın üzerinden yapmak varolanı sorgulamak, o bilgileri paylaşmak ve sorular sormak burada. Yani mimarların anladığından çok daha yeni bir katılımcılık modeli var, ben elimdekilerle ne yapabilirim demek. Ben bir şey yapamıyorsam başkaları ne yapabilir diye sormak

DG: Senin projen ister istemez görenlere Taksim’in bugün beton halinde yer alsaydı nasıl olurdu sorusunu akla getiriyor. Sonuçta hackerlık, işgal etme ve böyle bir mekana nasıl dahil olabileceğinin sorgulanması…

AD: Tabi ama Taksim’de durum sıfıra çok yakın. (Gülüyoruz) Akla hemen boya geliyor şimdi değil mi? Ama bu deney ortamının olması için fiziksel ortamın oluşmasına çokta gerek yok aslında.

DG: Peki işine istediğin kadar müdahele edildiği mi? Çünkü genelde çekiniliyor, bozmaktan korkuyorlar ama hepiniz bozulmasını istiyorsunuz işlerinizin…

AD: Kurgu sorunundan kaynaklanıyor bence. Ve temelinde de konum var. O açıdan benim işim çok şanslı. Ama bizim insanımız biraz öyledir, başka pek ilgilenmez, ilgilense de dokunmaz, bozmaz. Biz dokunabileceklerini söylediğimizde çok şaşırıyorlar. O yüzden yerlere “buyrun” yazdık mesela. Yani “lütfen gelin buyrun kurcalayın” yazdık. 

Sonunda da alışıldı. Geçen hafta konser için kullanmışlar mesela. Ayrıca tüm referans kaynakların pdf’leri de alanda mevcut. Oraya giden onları alıp okuyabiliyor. Yani hep etkinliklerle, durumlarla ikinci durumu yaratarak deneyi gerçekleştirmekti amaç. Ama gelin görün ki yine en iyi hackerlar çocuklar!

Hep mimarca bir katılım süreci düşünüyoruz, ben tasarımcıya farklı bir görev biçiyorum. Çağrısıyla, metniyle, herşeyiyle tasarımcının deney ortamını teşvik edici rolünün hatırlatmak istedim diyebilirim.

DG: Çok teşekkür ederim.

AD: Ben teşekkür ederim.

Etiketler

Bir yanıt yazın