Birkaç Mimar Söyleşileri'nin dördüncü konuğu SCRA ekibi oluyor.
Yıldız mimar (starchitect) tabiri ve bu grubun mensupları, Türkiye mimarlık camiasında TOKİ icraatlarından, dünya camiasında ise küreselleşmenin kötü etkilerinden sonra en sevilen eleştiri konularından biri olabilir. Öyle ki, Türkiye’de böyle bir şeyle karşılaşmamız güç ama, New York Times, Guardian, BBC News gibi medya platformlarında bile yıllar içinde çeşitli köşe yazıları ve haberde, rock-star mimarların afilli proje anlatımlarıyla dalga geçilmeye başlandı.
Yıldız mimar kavramının ortaya çıkışı, genelde 97’de Gehry’nin Bilbao’da tasarladığı Guggenheim Müzesi ile ilişkilendirilir. 230 milyon Dolar gibi bir bütçe ile inşa edilen yapı, ilk 6 yılda yatırım maliyetini çıkardıktan sonra düzenli bir kâr ile işlemeye devam eder. Yapı tabii ki yalnızca kendi ekonomisini çevirmekle kalmaz; Bilbao gibi aslında dünya haritasında olmayan bir kenti uluslararası çekim noktası haline getirir. Müzenin açılışını takip eden üç yılda şehri 4 milyon turist ziyaret eder ve bu ziyaretlerin 500 milyon Euro’luk ekonomik aktivite yarattığı, 100 milyon Euro tutarında vergi kazancı sağladığı raporlanır. Peki, Frank Gehry’nin tasarımı, Bilbao esnafının yüzünü güldürdüyse, sokakları çöpten geçilmeyen bir şehirden James Bond filmleri çekilen bir şehre dönüştüyse, yıldız mimarlar neden kötülenir? Bilbao’nun yerelleri, bu örnek gösterilerek övülen dönüşümün yalnızca bir makyajdan ibaret olduğunu, yaşanan dönüşümün fiziksel müdahaleler ile belirli bölgelerde sınırlı kaldığını ve aslen ciddi bir soylulaştırmaya sebep olduğunu söyler. Gehry ise bu tartışmayı anlamsız bulur ve Abu Dhabi’deki Guggenheim Müzesi’nin tasarımına başlar.
Popüler kültürde bir yıldız mimar ve o yıldız mimarın eleştirilere cevabı.
Aslında yıldız mimarı yaratan ikonik yapılardır; ikonik yapıları isteyen ise ekonomik düzen. Yapının nasıl işlediği önemli değildir, önemli olan Zaha Hadid markasını, dergilerin arka kapaklarında çirkin grafik tasarımla hazırlanmış reklamlarda pazarlama aracı olarak kullanabilmek ve şehrin siluetini, inşaata ödenen para oranında, büyükçe bir yapı ile değiştirebilmektir.
Bu ekonomik düzende mimari üretim süreçleri marka mimarlığından çıkıp ekip mimarlığına dönebilir mi? Şov yapmak üzere kurgulanmış strüktürler, kullanıcıyı ve kenti dönüştürmek üzere tasarlanmış sakin ama iyi çalışan yapılara dönüşebilir mi? Soru bu değil. Soru, ikinci yaklaşımı benimsemiş mimarların da, Frank Gehry, Bjarke Ingels, Norman Foster ve muadilleri gibi, inşaat bedelinin % 15-20’sini tasarım hizmet bedeli olarak alıp alamayacağı.
Genç bir ekip olan SCRA, ortak çalışmaya inandığını, mimarlığın artık tek adamlıktan çıkıp ekip işine döndüğünü söylüyor ve mimarlığı bu şekilde pratik ediyor. Ülke koşulları büyük değişken olsa da, gelecekte SCRA’nın bu çalışma yöntemini ne şekilde devam ettireceklerini görmek çok önemli.
1 Yorum
Hacer buyken İbrahim de budur ancak bütün bu yazınsal metinleri erkekler kaleme almıştır. Günümüzde Londra’da metresler müzelerin başköşelerinde, kafaları uçuruldukları halde hala topluma hizmet etmekteler.
Kadın sözcüğü günahkarla eş anlamlı kullanılıyor, doğru. Günahı işleten yani asıl sebep olan kişi erkekse hep yırtıyor. Bunun altında Hırıstiyanlığın erkek olarak cinsiyeti belirlenen Tanrısı var. Tanrı da günahı bir yaratan olarak size işletiyor olmalı değil mi, ama her zaman günahkarlar kendi bacağından asılır, tevekkül vardır sonuçta. Tanrı insanı yaratır günahı değil. Erkek de bu günahı koymak için kendi kürek kemiğinden yaratıldığı Kur’an da geçen bu nedeni kullanır.
Avrupa edebiyatı tek tanrılı dinlerin metinlerinden çok etkilendiği için kadını günahkar ilan etmiştir. Daha bu yüzyılda yeni yeni cinsiyetçilikten uzak bireye bakan bir edebiyat doğuyor. Bu yüzden klasikler insan hakları yönünden tekrar tekrar yorumlanmalı bugün.
Size katılıyorum. Mimarlıkla bağlayamadık ama. Bu da böyle olsun.