Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Kampanyası sorumlusu Pınar Aksoğan ile Türkiye'nin nükleer enerji sürecini konuştuk.
Türkiye yakın gelecekte iki şehrinde nükleer enerji santrali kurulması için çalışmalarına son hız devam ediyor. Tarihinde Çernobil, Fukhuşima gibi facialar da barındıran nükleer enerji konusunda Türkiye’nin macerasını Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Kampanyası sorumlusu Pınar Aksoğan’a sorduk. Türkiye’nin nükleer enerji sürecini gözü kapalı araba kullanmaya benzeten Aksoğan, denenmemiş VVER 1200 teknoloji ile Türkiye’nin nükleer kobay olacağını söyledi. Yakıtların boğazlardan geçmesinin çok tehlikeli olduğunu da söyleyen Aksoğan: “Hepimizin Karadeniz’de kanser olmuş bir tanıdığı var. Biz Çernobil çocuklarıyız. Ukrayna’dan radyasyonun buralara kadar geldiğini ve hayatımıza girdiğini biliyoruz. Nükleerin ne olduğunu biliyoruz ve bunu hayatımızda isteyip istemediğimizi bize kimse sormuyor.” Söz Aksoğan’da!
Greenpeace, politik bir organizasyon değil. Çevre suçlarına karşı kampanyalar yürüten bir organizasyonuz. Doğaya ve insana zararlı tüm görüşlere ve uygulamalara karşıyız. Çevre kendi içerisinde politik bir konu, içerisinde doğa ve insan hakları ihlalleri var. Ama bir yanda da çok insani ve evrensel bir konu. Greenpeace bu açıdan ortada ve tarafsız bir konumda duruyor.
Türkiye’de iki tane nükleer santral planı var. Bir tanesi Mersin Akkuyu’da, diğeri Sinop’ta. Bunların ikisinin toplamı Türkiye’nin elektrik ihtiyacının yüzde 10’luk kısmını karşılayacak. Bu orana bile baktığınızda bir çok farklı kaynaktan bu yüzde 10’luk kısmın karşılanabildiğini görürsünüz.Yüzde 10 bizi ne mum ışığında bırakır ne de mum ışığından kurtarır. Türkiye’nin güneş ve rüzgar gibi temiz enerji potansiyeli zaten bu oranın çok daha fazlasını karşılayabiliyor.
Nükleer özellikle 1990’ların ortalarında mucize teknolojisi olarak algılanıyordu. Fukuşima sonrası birçok ülke nükleerden kademeli olarak vazgeçeceğini belirtti. Bunlardan biri Almanya; ayrıca Japonya da nükleer santrallerden vazgeçiyor, İtalya referandum yaptı, hayır çıktı. Dünya genelinde inşaat halindeki nükleer santral sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Bu da artık ne kadar modern bir teknolojiden konuştuğumuzu gösterir. Dünyada nükleer trendi hızla düşerken; Japonya, Almanya, Rusya gibi ülkeler kendi ülkelerinde nükleer santral kurmak yerine bu teknolojiyi az gelişmiş ya da gelişmekte olan başka ülkelere götürüyorlar.
Evet. Nükleer lobisi çok kuvvetli. Bu lobi karşısında nükleer karşıtlığının kamuoyu ile paylaşılması kolay değil. Dünyada nükleer teknolojisi var ve bu pahalı bir teknoloji. Bu bir sektör. Türkiye gibi ülkelere denenmemiş, riskli kendi kullanmadıkları teknolojiyi gönderiyorlar. Biz de bunu çok yeni modernmiş gibi alıyoruz. Marmaray’da bile açıldıktan sonra sorunlar yaşandı. Bütün bu teknolojilerin öncelikle test edilmesi lazım. Türkiye’de kurulması planlanan santral VVER 1200. Rus teknolojisi. Dünyanın hiçbir yerinde bu teknolojinin denenmiş, uygulanan bir reaktörü yok. Bütün analizler ve çevre etki değerlendirmeleri reaktörün modeline göre yapılıyor. Biz daha önce hiç kullanılmamış bir reaktörden bahsediyoruz. Bu çok tehlikeli.
Bu reaktör bazında, evet kobay olacağız. Bir örnek vereyim. Mitsubishi Sinop’ta teklif veren şirketlerden birisi. Kaliforniya’da bir nükleer santral inşa ediyor ve o nükleer santralde bir teknik sorun yaşanıyor. Nükleer santralin parçaları çok pahalı olduğundan ve değişmesi çok zor olduğundan santral kullanmadan kapatılıyor. Biz de Türkiye’de kurulacak nükleer santrallerin güvenlik riskini bilmiyoruz. Ne yazık ki dünya genelinde yenilenebilir enerjiler bu kadar ilerlerken Türkiye’nin enerji politikalarında çok kısıtlı bir yeri var. Örneğin Türkiye’de güneş santralleri her yıl 400 megavat ile lisansları sınırlandırılıyor. Sahip olduğu güneş enerjisini hiç kullanmıyor olmamız da çok büyük bir sorun.
Akkuyu’da önceki ÇED raporunu inceledik ve kendi görüşlerimizi söyledik. ÇED’in atıklardan ayrı bir ÇED olarak düzenlenmiş olması en büyük eksiklik. Nükleer atıkların ne yapılacağı ile ilgili bir bilgi yok. Oysaki nükleer santralin en büyün tehlikesi nükleer atıklar. Boşluklarla dolu bir ÇED. Mesela sorumluluk meselesi de yok. Bu nükleerde herhangi bir kaza olması durumunda sorumluluğun kime ait olacağı belli değil. Nükleer santrali bir yere bırakın, kullanılacak yakıtlar İstanbul Boğazı’ndan geçecek. 15 milyon insanın yaşadığı şehirde herhangi bir kaza olduğunda şiddetle etkileneceğiz. Raporda bununla ilgili de bir şey yok. Gözü kapalı araba sürmek gibi bir şey bu.
Paris ve Viyana konvansiyonları diye iki tane sözleşme var. Herhangi bir kaza olması durumunda ne olacağı bu sözleşmelerde var. Bugüne kadar meydana gelen nükleer kazalarda, nükleer atıkların meydana getirdiği zararlarda ve son olarak bir doğal afet sonrası yaşanan Fukuşima Daichi nükleer kazasında, kaza sonrası gerek insanların gerekse de çevrenin maruz kaldığı zararın tazmin edilmesine ilişkin nükleer sorumluluk mekanizmalarının eksikliği açıkça ortaya çıkmıştır. Oysa Akkuyu Nükleer Santrali’nde meydana gelecek bir kaza/olaya dair sorumluluk esasları belirli değil. Türkiye, nükleer enerji santrallerinin denetimi ve bu alandaki sorumlulukların net bir şekilde tanımlanması için yeterli derecede gelişmiş ve güvenilir bir yasal ve düzenleyici çerçeveye sahip değil. Nükleer güce geçişi gözetebilecek bağımsız bir düzenleyici kurum yok. Aynı şekilde, nükleer enerji emniyeti sağlayacak etkin bir risk yönetimi sistemi de kurulu değil.
Enerji politikaları ve çevre politikaları Türkiye’de biraz birbirinden ayrıştırılıyor. Enerji üretimi direk çevre ile alakalı bir durum. HES’ler de, kömürlü santralde, doğalgazda ve nükleer de çevre ile alakalı. İnsanlar bu etikleri görmediklerinde kamuoyuna ulaşmak da daha zorlaşıyor. Medya da biz ne zaman bu meselelerden bahsetsek bir şekilde uzak duruyor. Enerji politikaları ne yazık ki diğer çevre sorunları kadar yer bulmuyor. Bizim şehrimizde olmasın da başka yerde olsun mantığı da var. Biz Fukuşima’dan sonra bir araştırma yapmıştık. Akkuyu’da kaza olması durumunda neresi etkileniyor diye. Nükleer santralde bir kaza olursa o kaza Mersin ile kalmıyor Ankara’ya, Karadeniz’e hatta komşu ülkelere kadar gidiyor. Bugün baktığınızda Karadeniz’de her ailede bir tiroid kanseri vakası var. İlla bunun bir raporunun, araştırmasının olmasına da gerek yok. Hepimizin Karadeniz’de bir kanser tanıdığı var. Biz Çernobil çocuklarıyız. Ukrayna’dan radyasyonun buralara kadar geldiğini ve hayatımıza girdiğini biliyoruz. Nükleerin ne olduğunu aslında biliyoruz ve bunu hayatımızda isteyip istemediğimizi bize kimse sormuyor.
Türkiye’nin genel politikalarına bakmak gerekiyor. Bizim en büyük eksikliklerimizden birisi AR-GE. Herhangi bir kriz durumunda Dolar, Euro arttığında dışa bağımlılığın etkilerini görüyoruz. Nükleer enerji de dışa bağımlılığı arttıracak. Kendimize ait bir teknolojimiz yok. Nükleer de bize ait bir teknoloji olmayacak. Nükleer mühendisimiz yok, nükleer santral yapacak teknolojimiz yok, bu konuyla ilgili bir geçmişimiz yok, dünya nükleerden vazgeçerken biz bu teknolojiye sarılıyoruz. Tüm riskler açıklıkla toplumla paylaşılsa insanların da bunu kabul etmeyeceğini düşünüyorum.
Japon halkı, muhalefeti “Bu teknolojiyi Türkiye’ye göndermeyin” diyor. Fukişima’dan sadece 1,5 ay sonra Türkiye Fukuşima’nın sorumlusu Tepco ile Sinop’taki nükleer santral için görüşmek istemişti. Bu insanları hiçe saymaktır. Dünyada ikinci kez böyle bir vaka yaşanırken, Amerika’ya kadar radyasyon giderken biz bunun sorumlusu ile masaya oturmaya çalışıyoruz. Bu kabul edilemez. Japon muhalefeti, Japon halkı de Sinop’a bu santralin kurulmasını istemiyor.
Nükleer santral, hiçbir şekilde güvenli değil. Deprem riski yok diyorlar. Biz biliyoruz ki deprem riski var. Bu yüzden tekrar Akkuyu’da araştırmalar yapıldı. Fukuşima’da depremlere dayanıklı inşa edilmişti. Sonuçlarını görüyoruz. Bir mesele de atıklar. Akkuyu için yakıtlar Rusya’dan gelip, atıklar Rusya’ya gidecek. Sinop’a nerden geleceği belli değil. Ahırkapı’da diğer gemileri beklettikleri gibi dünyanın en tehlikeli maddesini taşıyan gemileri mi bekletecekler? Bu soruların cevapları bilinmiyor. Böyle düşününce tek risk deprem değil.
Fukuşima’dan sonra yaptığımız araştırmada Türkiye’nin yüzde 64’ü nükleere karşı çıkmıştı. Bir yandan da nükleerle ilgili bir şeffaflık problemi var. Nükleer endüstrisinin tarihi gizli skandallarla dolu. Yarın Akkuyu’da bir sızıntı ya da problem olduğunda nasıl bir şeffaflık olacak, bizi bilgilendirecekler mi, hiç güvenemiyorum. Ve bunu yapacak şirket Rus Rosatom’un tarihi skandallarla, yolsuzluklar ile çok kara bir geçmişi var.
Türkiye’de enerji politikalarının orta ve uzun vadede yeniden planlanması gerekiyor. Yoksa tekrar tekrar başa saracağız. Güneş enerjisi sektörünü bırakın teşvik vermeyi, kendi haline bıraksalar zaten ilerleyecek. Günü kurtarmak adına kömüre teşvik verelim, nükleer yapılsın gibi anlayış hakim. Büyük projelere dayalı enerji politikalarına bağımlı olalım derken kendi yatırımcısı, kendi AR-GE’sinin gelişmesine izin verilmiyor. Yenilenebilir enerji sektörü kan ağlıyor. İnşaat sektörü giderek büyüyor. Binlerce bina yapılıyor. Binaların üzerine güneş paneli konulmasıyla ilgili bir yönetmelik çıksa bunun maliyeti nedir ki? Bir de enerji verimliliği konusu var. Küçük görünen ama enerji sorununa büyük çözümler sunacak bu adımların atılması ve artık bu vizyonun ortaya konulması lazım.