Semtler ve İnsanlar söyleşi serisinin bu haftaki konuğu olan karikatürist Fatih Solmaz Üsküdar'ı anlatıyor.
Mahcup bir çocuğun ifadesiyle konuşuyor, ellerini göbeğinin üzerinde birleştirmiş. Hınzır da bir gülümseme yüzünde. Sohbet ilerledikçe artıyor gülümsemesi. Uzun uzun düşünerek anlatıyor, hatırlamadığından değil de sanki özlediğinden o zamanları. Yıllardır mizah dergilerinin aranan espri makinesinden, Fatih Solmaz’dan bahsediyorum. Bahadır Baruter ile birlikte çizdikleri Lombak köşesinden hatırlayacağınız Fatih Solmaz’la çocukluğunun ve bugünün Üsküdar’ını konuştuk.
Fatih Solmaz: Üsküdar’da son yapılan kazılarla 5.000 yıl öncesine kadar tarihi geri götürebiliyorlar. Ben İstanbul’a uzaktan baktığımda ya da şöyle bir boğaz turu attığımda buraya ilk gelenlerden biri olsam Üsküdar’a yerleşirdim diye düşünüyorum. Tarihi yarımada kontrol için harika bir yer ama Üsküdar da yaşanacak noktalardan biri. Bizans, Osmanlı, Roma… Bunların hepsi bu bölgede yaşamış. Üsküdar eskiden olan ağırlığını kaybetti. Gerek edebiyat gerekse müziklerde adı geçiyor sürekli ancak bu özelliğini kaybetti gibi geliyor bana.
Üsküdar’dan taşınmış olmama rağmen Üsküdar ile bağım hiç kopmadı. Annemin ve babamın mahallesi olarak kalmaya devam etti ayrıca çocukluk ve gençlik arkadaşlarımın hepsi burada. Ne olursa olsun sık sık Üsküdar’a giderim. Bir de ne kadar değişirse değişsin üzerimde hep o, Üsküdar’ın nostaljik etkisini hissetmişimdir. Her yerinde anılar dolu Üsküdar’ın. Baktığımda kendi tarihimi görüyorum.
Üsküdar ile özellikle çocukluğumla ilgili çok fazla anı var hafızamda. Büyümeye bir başlangıç noktasıdır Üsküdar benim için. Tipik bir Anadolu şehri gibiydi, seyyar satıcılar vardı. Sadece gıda değil aynı zamanda atletini, fanilanı, iç çamaşırını alabileceğin seyyar satıcılardı… Bir giyim mağazası gibiydiler. Seyyar satıcıların ayrıca yıllarca belirli yerleri olurdu. Belediye kovalamazdı. Gezici dükkan gibiydiler. Şimdi onlardan artık görmüyorsun.
Independiente Gemisi patlamıştı o yolun yapıldığı süreçte. Sahile çok yakın bir noktadaydı ve günlerce yandı. O gemiye bakan herkesin hisleri farklıdır. Batık, yan yatmış bir gemi, Titanic hissi uyandırıyordu.
Kesinlikle öyleydi. Aşamalı bir patlama yaşanmıştı. İlki sabah saatlerinde patlamıştı. İkincisi ise gece 11 saatlerinde havayı aydınlatan bir parlama yaşandı. Bu parlama da toplam 2 dakika falan sürdü. Gerçekten apokaliptik bir his uyandırmış olmalı ki annem de dua etmeye başlamıştı.
Şemsipaşa’da yüzme öğrenmeye çalışırdık, Salacak Plajı vardı o vakitler. Salacak Plajı’na giderdik. Üsküdar’ın yüzde doksanı gibi ben de yüzmeyi Salacak Plajı’nda öğrenmiştim. Öğrenmemek gibi bir şansın zaten yoktu zira seni mutlaka denize atarlardı, bir şekilde öğrenmek zorunda kalırdın. Spartalılar gibi, boğulursa boğulur, boğulmaz ise öğrenir diye düşünüyorlardı sanırım (Gülüyor). En büyük eğlencemiz ise akıntıda yüzmekti. Bir akıntı vardı; Şemsipaşa’dan atlardın Harem’e doğru giden bir Boğaz akıntısı vardı. Denize atlardık ve o dönem askeriyenin olan Kız Kulesi’nin önünden gruplar halinde yüzerek geçerdik. Nöbet tutan askerlere laf atardık; “Asker abi iyi nöbetler” ya da “Şafak kaç abi?”. Muhabbet kurmaya çalışırdık, akıntıya kapılmış giderken (Gülüyor).
Her mahallede terk edilmiş arabalar, arsalar ve deliler mutlaka vardır. Onlar mahallenin vazgeçilmezleridir. Delilere kimse kötü davranmaz ve o mahalle delileri de aslında saldırgan ve hırçın değillerdir. Biraz daha meczup gibi davranırlar ve hatta sözlerinin altında derin felsefeler ararız. Oysa açıkça saçmalayan adamlar, bir şey anlatıyor ama saçma sapan. (Gülüyor) Üsküdar’da çok nev-i şahsına münhasır deliler vardı; Pehlivan vardı mesela. Pehlivan’ın ağzında dişleri hiç yok, kafası kel. Belirli bir mahallenin de delisi değildi. Tüm Üsküdar’da gezerdi ama daha çok İskele Meydanı’nın delisiydi. Yaz kış da uzun palto giyer, hızlı hızlı yürür ve sürekli küfür ederdi. Bir de para verip birilerine küfür ettirebilirdin; MHP’liler para verirdi, CHP’lilere küfür ederdi. Oradan CHP’lilerden para alıp gelip MHP’nin önünde küfür ederdi. Bir keresinde belediye otobüsünde gidiyorum Kadıköy’e, tıklım tıklım otobüs içerisinde bir noktada boşluk var. Meğer Pehlivan da otobüste sürekli küfür ediyor, etrafı boşalmış.
Mezurayla gezen adını anımsamadığım bir delisi de vardı. Elinde mezura çıkar bakalım ölçelim derdi. Sapık ya da tacizci değildi zaten kimse de gel ölç demezdi ama bu elinde mezura herkese sorardı.
Bir tane daha vardı o da “Bana peynir ekmek alın” diye gezerdi. O da belirli bir mahallenin delisi değildi. O da gezer gördüğü herkese aynı şeyi söylerdi.
Dedim ya; bir de mahallede terk edilmiş eski arabalar olurdu. Hem hava yağmurlu ve soğuk olduğunda muhabbet yerimizdi orası, hem de kaçak göçek ilk sigaraları içtiğimiz yerlerdi. Aynı zamanda daha küçük çocuklar için ise arabacılık oynanan yerlerdi. Ayrıca Üsküdar’da sokak köpekleri vardı. İsimleri falan belirli, o mahallenin köpekleriydi. Mahallede yaşar ve herkes onları beslerdi.
Bir önemli şey de arsa kültürüydü. Futbol ve başka oyunlar oynadığımız alanların hepsi arsalardı. Şimdiki gibi çocuk oyun parkları çok çok nadirdi. Hatta tarla vardı Üsküdar’da, bostan gibi. Bülbüldere’de bir tane vardı. Çetin diye bir arkadaşımızın babası bostancıydı ve ben hayatımdaki en güzel domatesleri oradan çalarak yemişimdir. Tuz alırdık evden, bakkaldan yarım ekmek. Zarar verecek şekilde dalmazdık bostana herkes büyümüş olanlardan bir tane koparır kenara oturup yerdik. Şu an Selman-i Pak Caddesi üzerinde İstanbul Ticaret Üniversitesi’nin oluğu yerdeydi, aşağısı da otoparktı. Bostan ayrıca taraça şeklinde üç parçaydı. Orhan Gencebay hatta aşağıdaki otoparka bırakırdı arabasını, Üsküdar’a geldiğinde. Biz kim geliyor kim gidiyor diye bakardık.
Ayrıca Mimar Sinan’ın hamamı ve daha birçok hamam vardı Üsküdar’da bu bakımdan çok gelişmiş bir hamam kültürü vardı. Sadece yapıdan oluşan bir durum değildi hamam aynı zamanda kültürü ve ritüeliyle bambaşka bir alandı. Girip sadece yıkanıp çıkmıyordun. Odalar var hamamın içerisinde, dinlenebileceğin ve uyuyabileceğin yerler var. Mesela soğuk gazoz içmek gibi şeyler ritüelin bir parçasıydı. Ayrıca 4 – 5 farklı kişiye bahşiş verirdin. Keseci, peştemalcı, masajcı, gazozcu hepsine belirli miktarlarda bahşiş verilirdi. Büyükler için de uygulama aynıydı, gençler için de, çocuklar için de. Herkes aynı muameleyi gördüğünden biz çocuk olduğumuz zaman bile kendimizi yetişkin olarak hissettiğimiz bir yerdi. Bu tabii ki çocuk olarak da aynı ekonomiyi sağlamamızla ilgiliydi aynı zamanda. Bizim yine de çok hoşumuza giderdi. Hamamdan çıktığımızda sadece yıkanmış değil aynı zamanda erkek olmuş olurduk.
Bir de dolmuş kültüründen bahsetmek gerekli sanıyorum. Diğer semtlerde olmayan bir dolmuş kültürü vardır Üsküdar’ın. Eski dolmuşların hepsi modifiye edilmiş Amerikan arabalarıydı. Zeynep Kamil, Karacaahmet gibi yerlere giderdi. Onları işleten, arabayı kullanan adamlar da bıçkındılar, dokunulmaması gereken adamlardı.
Şimdi o hamamların biri AVM diğeri çarşıya dönüştürülmüş, dışını değiştiremeseler de içini saçma sapan bir hale getirmişler. Tuhaf, tuhaf yapılar haline gelmiş.
Üsküdar’ın denize yakın yerleri daha eski yerleşim yerleri. Oralarda daha eski yapılar vardı. Henüz apartmanlarla boğulmamış bir yapı hakimdi. Bedrettin Dalan döneminde Üsküdar’ı Harem’e bağlayan sahil yolu yapıldı. Yol falan yoktu orada.
Kırılma dediğimiz şey Karadenizli müteahhitlerin işe başlamasıyla gerçekleşti. Mesela benim oturduğum sokak büyük taşlarla yapılmış bir sokaktı, ortası hafif eğimli taş bir yapıydı, asfalt falan değildi. Sanıyorum en önce caddeler asfaltlandı sonra birçok yer bu asfaltlamayla birlikte ulaşılabilir oldu. Böylece şimdi Üsküdar’ın merkezindeki dört ve beş katlı yapılar yapıldı. Küçük küçük mozaikli, Arabik bir tarz ile yapılmış hatta önce firmanın adı peşinden de “Bismillahirrahmanirrahim” yazan apartmanlardı. Toptaşı civarında hala çok var onlardan. Bu arada bu bahsettiğim tarihler 1980’lerin başı falan gibi. Benim çok da şahsiyetli bulmadığım apartmanlar dönemi başladı. Eskiden apartmanlardan önce ahşap evlerde en çok iki, üç aile olurdu hatta dayım ve yengem o şekilde tanıştılar. Ben de çocuk aklımla olayı çözmüş ve flörtleştikleri dönemde dayımın ağzından yengeme bir mektup yazmıştım; “Seval, Seni seviyorum.” altına da “Ali Dayı” yazmıştım. Anlaşılmıştı tabi ki… (Gülüyor)
Ben tabii elinde tahta bavul ile Üsküdar’a gelen birilerini görmedim. “Geldik biz memleketten hadi bize apartman yapın” dediklerini sanmıyorum. Kapitalizmin kuralları işler her zaman. Bir yeri ulaşılabilir kılarsanız orası dolmaya başlar. Yani benim çocukluk ve ilk gençlik dönemlerinde Perihan Abla mahallesi gibiydi; herkes herkesi tanırdı ve mesela aşağılara indiğimde beni eve yollayan esnaflar olurdu. “Fatih saat kaç oldu? Annen, baban seni merak eder, hadi eve” diyen esnaflar olurdu ya da bir sıkıntın olduğunda dükkanına girebileceğin esnaflar olurdu; “Abi merhaba, annemler evde değiller, anahtarım da yok” diyebileceğin insanlardı bunlar. Çocukken de gençken de bunu yapabilirdiniz.
Tabii ki konuştuğumuz tarihlerde göç aldı. Tanımadığımız birçok kişi olmaya başladı mahallede. Bunların da hiçbiri düzgün tipler değildi. Ciddi taciz ve saldırılar yaşandı. Üsküdar’ın ahşap evlerden oluştuğu dönem böyle bir sorun yaşadığımızı anımsamıyorum çünkü mutlaka insanlar birbirlerini tanıyorlardı ve böyle bir hareket çok ayıp karşılanabilirdi. Ama göçle gelenlerde aynı baskı yoktu. Hem mahalle olma niteliğini yitirmiş, hem de insanlar tarafından tanınmadığından daha rahat davranma şansı vardı. Ciddi sorunlar çıkmıştı, anımsıyorum o zamanları. Üsküdar’ın kalitesi bozuldu diyemem neticede bu insanlardan önce de Arşidükler oturmuyordu (Gülüyor). Ama yine de bir değişim yaşadı. Gelenlerle yerleşiklerin arasında kültürel çatışmaların, kavgaların çok sık yaşandığı bir yer haline geldi Üsküdar.
Üsküdar bir de bıçkın bir yerdir. “Ustura Kemal”in de takıldığı mekanlardır Üsküdar, Karacaahmet, Toptaşı civarı. O bakımdan da bizim buralarda bıçkın mahalle delikanlıları çoktur. Mafyavari bir yaklaşımdan bahsetmiyorum ama, pislik bir yer değil. Ağır abilerin olduğu bir yerdi Üsküdar. Meyhane kültürünün olduğunu anımsıyorum sonradan onları birahanelere çevirdiler hatta Yeşilçam’ın kötü adamı Yavuz Karakaş’ın da birahanesi vardı. Uncular Caddesi bu birahanelerle doludur. Oraya da çok giderdik ancak ondan önce meyhane zamanını anımsıyorum; filmlerdeki gibi kravatlı adamlar, müzik çalar, vitrinde balıklar… Çok efendice içer, bir nara patlatır, diğerleri “Helal baba” der.
Sonradan gelenlerle birlikte bu değişim hızlandı. Üsküdar’ın MHP olduğu zamanları da çok iyi anımsıyorum. Üsküdar bu kadar dinci bir yer değildi. Bunlar derin konular aslında ama yine de kısaca konuşayım. MHP de bu kadar İslam’a yakın değildi. Türk – İslam sentezi sonraki zamanlarda yerleşti. Biraz ABD’nin dayatmasıyla MHP’nin Türk – İslam sentezine yaslanması, Atsızcılar’ın başka bir örgütlenmeye girmeleri ve hatta MHP’nin “menzilciler”le birlikte olması, tarikatlara kadar yayılması ve hatta MHP’nin de bir değişimden geçmesi bu süreç içerisinde gerçekleşti. Aslında ayrıntılı söylemek gerekirse şöyle de diyebiliriz; Doğancılar, Salacak, Çiçekçi bu bölge sol görüşlüydü. Daha elit kısım solcuydu. Çarşı ve bizim evin olduğu bu kısımlar ise ağırlıklı olarak sağcıydı. Üsküdar merkezde oturuyorsan ülkücülerle ilişkin oluyordu. İster partiye git, ister gitme… Arkadaşların o çevreden oluyor, merhabalaşıyorsun, konuşuyorsun, oturup bira içiyorsun. Ülkücülerin hakimiyetinin olduğu bir mahallede dini bir baskı yoktu. Sentez anlayışı işin içine girince bu baskı artmaya başladı. Orta Asya, Kımız Kültürü’nden Osmanlı Kültürü’ne evrilmesi çok sonraları oldu.
1980 sonrasında her yerde olan şeyler olmaya başladı. Okulluysan okullarda partiler, çaylar, okul eğlenceleri, düğün salonlarında yapıldı bu partiler. 1980 sonrasında parkalar ve postallar atıldı onların yerine şalvar model kotlar ve Converse ayakkabılar yerini aldılar. Sanki hiç öyle bir siyasi dönem yaşanmamış gibi davranıldı. Çok keskin bir geçiş yaşandı diyebiliriz Üsküdar’da. Hatta düşman olduğun karşıt görüşlü insanlarla barlara gittiği oluyordu insanların. Yine o yıllarda diskotekler açılmaya başlandı. Bağdat Caddesi’nde Top Pop, Living Room gibi isimlerle yedi, sekiz tane disko açıldı. Hızlı militan olduğunu düşündüğümüz bir kısım insanın orada dans eden adamlar haline geldiklerini gördük (Gülüyor). Bir kısmı da içeri girip çıktılar ve çek senet işlerine bulaştılar böylece hapishanede geçirdikleri süreye karşılık para kazanma yoluna gittiler. Bir kısmı ise tarikatlara yerleştiler. Onlar da önceden arkadaşımızdı.
Üsküdar’ın Bağlarbaşı tarafında özellikle Ermeni bir azınlık yaşıyor. Bağlarbaşı Lisesi’nin hemen yanında Surp Haç Tıbrevank Ermeni Okulu vardı, hala az öğrenciyle aktif olarak eğitimine devam ediyor. Yalnız o okulla ilgili şöyle bir travmam vardı. Annem öğretmen olduğu için tayini hangi okula çıkarsa ben de o okulda öğrenci oluyordum. Beni okutmuyordu ama yine de o okula ben de gidiyordum. 23 Nisan’lar da Selimiye’de top sahasında tören yapılıyordu. Kaymakam, Belediye Başkanı, üst düzey bürokratlar falan hepsi gelirdi. Biz de çeşitli şekillerde yavrukurt olur ya da yürüyüşlere katılırdık. Bu etkinliklerde de mutlaka bando olur, resmigeçit boyunca çalardı. Ermeni okulunun öğrencileri geçerken ise bando susardı, onlar da kafaları önde suçlu gibi yürürlerdi. Tüm katılanlar da çocuktu. Hiçbir neden olmaksızın Ermeniler’in geçidinde bandonun susması beni çok üzerdi. Ben onları ayrı bir milliyet olarak görmezdim ki, çocuk olarak görürdüm. Irkçılığın nasıl bir şey olduğunu o dönemde hissetmiştim. Liseyi Bağlarbaşı, Cumhuriyet Lisesi’nde okudum. O zamanlarda da her sınıfta birer ikişer gayrimüslimlerin olduğunu anımsıyorum ama orada bir ayrımcılık söz konusu olmazdı. İnsanlar arasında böyle ayrımcılık olmazdı zaten tamamen devletin saçma sapan uygulamalarıydı. 50 yıl olmasına rağmen hala aklıma geldiğinde üzülürüm.
Beni en çok Kız Kulesi etkiler. Üsküdar, Şemsi Paşa, Salacak, Harem civarındaki ilk aşklarımız, ilk şarap içmelerimiz ve tüm bunlar gibi gizli saklı yapılan işlerin tüm şahidi Kız Kulesi’dir. El ele tutuşmanın bile gizli saklı yapıldığı zamanlardan bahsediyorum. Bizim tüm günahlarımızın tanığı gibi, Üsküdar’da kimin ne yaptığını her ayrıntısıyla biliyor.
Penguen’in kuruluşundan beri yazıyorum ve Bahadır Baruter ile köşe yapıyoruz. Bahadır, Bodrum’a taşındığı için artık onunla da çok görüşemiyoruz ama telefonlaşıyoruz. Onun dışında ben geçtiğimiz yaz dünyanın ilk fotoğraflı mizah dergisi çıkarttım. Onda da Yay – Sat belasını aşamadık. Bir iş ortağı değil de düşman gibi davrandılar. Ancak bu süreçte şunu anladık; bu ülkede artı değer yaratmak, insanları güldürmeye çalışmak çok kolay değil.