“Yapının Bir Mallet Stevens Yapısı Olarak Korunması için Ana Mekan Kurgusundan Başka Geriye Hiçbir Özgün Verisi Kalmamıştı”

Mecidiyeköy'deki Eski Likör Fabrikası'nın günümüze dek geçirdiği süreçleri ve yıkılmasının nedenlerini, yapının restorasyon projesinde danışman olarak yer alan Yrd.Doç.Dr. Gülsün Tanyeli ile konuştuk.

Derya Yazman: Öncelikle Likör Fabrikası’nın bugüne kadar gelen sürecinden biraz bahseder misiniz?

Gülsün Tanyeli: Yapının tescil edilmesi için 1997 yılında bir girişimde bulunulmuş ve ilgili kurul red kararı vermiş. Çalışmayla benim ilişkilenmem sanırım 2003 yılında olmalı. Çünkü konuyla ilgili red kararları sonrasında, korunmasıyla ilgili ümidimiz azalıyordu. Örneğin, 2003 yılındaki kararında kurul “Tescile değer bir şey bulamadım,” diyor. Likör Fabrikası’nın tescil edilmesi çabaları gündemdeyken, yapı hem Mallet Stevens’in tasarımı, hem de endüstri yapısı olduğu için akademik bir boyut kazanması açısından tez konusu olarak ele alınması gerektiğini düşündüm. Erkan Kambek yüksek lisans tezi olarak konuyu üstlendi. Ayrıca bu yapıyla ilgili 2000’li yılların başında Mimar Sinan Üniversitesi’nde de yapılmış bir başka çalışma daha bulunmaktaydı. Ondan önce Erginoğlu&Çalışlar’ın bu konuyla ilgili yayını vardı. Söz konusu çalışmalar, yapının bizim ele aldığımız durumu öncesindeki fotoğrafları içeriyordu. Ama rölöve ve detay belgelemesi yapılmamıştı. Biz de bu çabaların devamı olarak yapının tescili ve korunmasına yönelik daha kapsamlı ele alınması, araştırılması ve ancak o tarihteki durumunun belgelenmesini gerçekleştirdik.

Biz yapıda çalışma izni aldığımızda yapının içerisinde üretim yapılmıyordu ve öncesinde yapının zaten bütün endüstri mirası niteliğindeki donanımları sökülüp, Paşalimanı’ndaki Tekel Deposu’na götürülmüştü. Fakat Tekel kurumsal olarak daha henüz tamamen tasviye edilmediği için, arşivlerinden yapının yeni tamamlandığı zaman çekilmiş olan bir fotoğraf albümü bulundu. Teze çalışılırken, yapıda inşaat yapılmaya devam etti. Çünkü yapı tescilsizdi. Zaten yapı kullanılırken de ciddi müdahale görmüş durumdaydı. Çalışmaya başlanmadan önce yukarıda bahsettiğim bir-iki makale ya da koruma amaçlı olmasa da tez çalışmasının belgeleme verisi dışında yapıyla ilgili elimizde hiçbir şey yoktu. Teze başlandığı zaman bu albümü bulduk. Mallet Stevens’in döneminde kendi yayınlamış olduğu çizimlerin en azından doğrulamasını bu albümle yapmış olduk. “Evet yapı o haliyle, tasarlandığı gibi inşa edilmiş,” dedik. Onlara baktığımız zaman 2000’li yılların başındaki haline hiç benzemiyordu. Sonra süreç içerisinde biz bu çalışmaları yaparken, konu tekrar koruma kurulunun gündemine geldi. Kurul bu sefer 2005 yılında bir kez daha “Yerinde yapılan incelemede yapının zaman içinde geçirdiği fiziki ve işlevsel değişimi nedeniyle yasanın 6. maddesinde belirtilen tescil niteliklerini taşımadığından tesciline gerek olmadığına” karar verdi. Yani, biz yapının tescil edilmesi için Docomomo olarak da müracat ettiğimiz ve de kuruldan bunu yeniden talep ettiğimiz süreçte tekrar kabul edilmedi. Biz tezi yaparken, kurul hala “Tescil gereği yok” diyordu.

DY: Bu kurul hangi kurul oluyor?

GT: O tarihte İstanbul’da 3 tane kurul vardı. Bu kurul Tarihi Yarımada ve Beyoğlu bölgelerinin de ararsında olduğu bugünkünden çok geniş bir alandan sorumlu olan kuruldu. O zaman 2 No’lu Kurul yani Beyoğlu- Şişli’ye bakan kurul henüz kurulmamıştı.

Erkan’ın tezi 2005 yılında bitmişti. Yani bu karar alındığında tez bitmişti. Çalışma, yapının fabrika olmaktan çıktıktan sonra başka bir biçime dönüştürülmesi sürecini belgeledi. Tescil meselesinin tekrar gündeme gelmesi, bizim Docomomo olarak yine çabalarımızı sürdürmemiz ve de bu sefer yeni kurulan 2 No’lu Kurul’a konuyu tekrar götürmemizden sonra kurul binayı tescil etti. Fakat tescil süreci devam ederken, Özelleştirme İdaresi de mekanı değerlendirmek için Erkan’ın tezinde yapmış olduğu tespitlerin dışında yine bir takım düzenlemeler gerçekleştirdi ve orayı Büyük Mükellifler Vergi Dairesi’ne dönüştürdü. Oradaki kalan son katmanları da (döşeme kaplamaları vs. gibi verileri) bir kez daha yok etti. Ama o sırada 2 No’lu Kurul da yapıyı tescil etti. “Tescil edildiği sırada yapı korunmuş muydu” derseniz, hayır. O koruma sadece lafta olan bir korumaydı. Yani her şey yerli yerinde duruyormuş, bina bir bütünmüş ve de o haliyle koruma altına alınmış diye bir durum söz konusu değil. Sonrasında Özelleştirme İdaresi bu parselle ilgili bir takım projeler geliştirdi. O çalışmalar sürecinde koruma kurulundan başka bir ekip tarafından yapılan bir rölöve onayı geçti. Sonra bir restitüsyon da onaylamış. Özelleştirme İdaresi ihaleye çıkmadan önce burası için kabaca bir tasarım projesi hazırlatmış. Ama o koruma kurulunun önüne gelmiş bir proje olmadı, sadece müşteriler için yapılmış diyebilirim. Tasarım projesi kurulun önüne gelmese de medyaya yansıdı. Binanın ve parseldeki ağaçların tescilini beraber yapmış olduğu için, bir bütünlük içerisinde bu varlığın korunmasını da dikkate alacak şekilde, yüksek bir emsal kullanımıyla bir projeye konu olmak üzere, alanın ihalesi gerçekleştirildi. İhaleyi alan firma da kendi tercihleri doğrultusunda Emre Arolat Architects ile bir anlaşma yapmış. Bizim devreye girmemiz tekrar 2009’da oldu. Nasıl oldu? Yapılan çalışmayı bildikleri için, bu süreçte bizimle yeni baştan bu konuyu değerlendirip, değerlendiremeyeceğimiz soruldu. Biz de çalışmayı yeniden ele aldık. Erkan konuya hakim biri olarak çalışmaya tekrar başladı. O günkü durumu gösteren rölöveyi elde etmek gerekiyordu. Hem rölöveyi hem restitüsyonu bir daha yaptık. O süreçte yapıyı izin verilen ölçüde daha önce görmediğimiz ya da kaybedilmiş şeyleri bulabilir miyiz diye izin verildiği ölçüde araştırdık. Fakat pek bir şey geriye kalmamış gözüküyordu. Yapının 1999 depreminde de bacası yıkılmıştı. Fakat restorasyon kararı verebilmek için hem yapıdan malzeme örnekleri alındı, hem de strüktürün performans incelemesi yapıldı. Değerlendirme sonrasında tasarım şeması kurgu olarak gayet olumlu olmakla birlikte kullanılan beton kalitesi ve kesitler sebebiyle yapının düşey yükler altında taşıyıcılığının çok sıkıntılı olduğunu, mutlaka bir takviye alması gerektiğini söylediler. Şimdi bu bir modern tasarım yapısı. Bu yapıda istenen takviyeyi nasıl koyarsınız? Çünkü bu takviye bütün o özgün mekan kurgusunu ortadan kaldıracak. Neredeyse bütün krişlerin böyle bir takviye alması gerektiğini söylüyorlardı. Yapı betonarme olduğundan, burada başka bir karar almak gerekiyordu. Raporda zaten bunları açık açık yazdık, isteyen koruma kurulundaki dosyasındaki raporundan alır, okur. Yapının bir Mallet Stevens yapısı olarak korunması için, ana mekan kurgusundan başka geriye hiçbir özgün verisi kalmamıştı. Tescile konu olan yapı, söz konusu albümde gördüğümüz tasarım ana kararlarının buradaki varlığının tesciliydi sonuç olarak.

“Yıkılmadan korunamaz mıydı?” derseniz… Şöyle mümkündü: Varolan tüm duvarları sökmemiz gerekiyordu. Çünkü betonarme kolon ve krişlerin güçlendirilmesi gerekiyordu. Bu güçlendirmeyi kesit genişletilmesi olmaksızın yapabilecek bir takım malzemelerin-bütün risklerine rağmen-uygulanabilmesi, ancak yapı çıplak bir iskelet haline getirildikten sonra mümkün olabiliyordu. O iskeleti de içerisindeki donatıya kadar sıyırmanız gerekecekti. Kendi içindeki donatının da katkı sağlayabilmesi için onu da adam edeceksiniz, sonra betonla ilgili olan problemleri halledeceksiniz, en sonunda da eksik olan, yapının davranışı açısından sıkıntılı olan problemi çözmek içinde üzerine karbon elyafla güçlendireceksiniz. Bu seçeneklerden biri. Diğer seçenekleri gündeme getirmiyorum. Çünkü diyelim ki kolon kalınlığı 40-60 cm, bunu en az 10-20 cm genişletmek, yani kesitleri kalınlaştıracak mantolama dediğimiz işlemlerin uygulanması… Zaten o işlemleri yapmaya başladığınız zaman tasarımın tüm oranlarını değiştiriyorsunuz. Onları yapamayacağımız için biz dedik ki, blok blok yenileyin. Hepsini bir anda yıkmayın. Sonuç olarak benim önerimde de öncelikli olarak tümünün bir anda yenilenmesi yerine, parça parça bir yenileme söz konusu olsun dedim. Aşağıda ya da arkada yapılacak olan binayla zaten herhangi bir fiziki ilişkisinin mekansal olarak da olmayacağı baştan itibaren öngörülmüştü. Bunun taşıyıcı sistem olarak da ilişkilenmemesi konusunda koruma kuruluna verdiğimiz rapor o yaklaşımdaydı. Fakat zannediyorum arkadaki yapı çok yüksek olduğu için oradaki strüktürel davranış açısından bu iki yapının bir şekilde kullanılmayacak ama strüktürel olarak transfer katı olacak bir boş strüktürle bağlanması gerekliliği ortaya çıktı. O da bizim dışımızda bir taşıyıcı sistem kararı olarak gündeme gelince, restorasyon projesini de o yönde revize etmek gerekti. Sonuç olarak rekonstrüksiyonu söz konusu oldu. Bu rekonstrüksiyon, farklı biçimlerde kaybedilmiş olan birçok dönem yapısı, modern hareketin başka birçok yapısı için de gündeme gelmiş. Bu yapının yıkılması ve de yeniden yapımı kendi tescil ve o günkü problemleri dikkate alınarak kararlaştırıldı. Zaten elimizdeki arşivlerden ulaştığımız bir dizi özgün çizimleri var. O çizimler de dikkate alınarak, sökülmeden önce yapı didik didik araştırıldığı için bütün katmanlarıyla tekrar rekonstrüksiyonu yapmak söz konusu olacak.

DY: Yapılacak yapının altında otopark olacak deniliyor.

GT: Yapının yıkılmasının gerekçesi, altını kullanmak değil.

DY: Peki olabilir miydi? Yani yıkılmadan otopark yapılabilir miydi?

GT: Bu eğer strüktürel bütünlüğünü koruyan bir yapı olsaydı tabii ki yıkılmayacaktı. Biz altını kullansınlar diye yıkılsın demedik. Zemin altındaki kullanım kararları yapı yıkılacak diye geliştirilmedi. İlk projede zaten bu yapı bağımsız bir yapı olarak kendi temeli ile inşa edilecekti. Zeminde gerekli bir yükseklik kalacak, eğer ihtiyaç olursa -tünel açma makinaları ile delmek mümkün her yeri- açılacak dendi. Yapı strüktürel bir zafiyet içerisinde olmasaydı, zaten burayı kullanacağım diyen kişinin onun çözümünü üretmesi çağdaş mühendislik teknikleriyle ve de maliyetini göze alıyorsa pekala mümkündü.

DY: Açıkçası konunun bu kadar tepki görmesinin nedeni son zamanlarda bu tür projelerin çok fazla gündeme gelmesi. AKM, Emek Sineması, Haydarpaşa Garı, vs. gibi yapılarda da olduğu gibi sadece hükümet iradesinde projelerin gerçekleştirilmek istenmesi ister istemez bu proje içinde aynı şüpheleri doğurdu. İnsanların akıllarında hep “Acaba yıkılmasının nedeni başka bir proje yapmak için mi?” sorusu yer aldı.

GT: Saydıklarınızın her biri diğerinden çok farklı durumlar. Birlikte bir değerlendirme yapamam. Ama Likör Fabrikası’nda verilmiş olan kararlar ve uygulanacak olan projenin gerekçeleri bunlar. Bunlara göre de kurul bir karar aldı. Şimdi deniliyor ki bu projeyi Tabiat Varlıkları Komisyonu onayladı. Hayır. Likör Fabrikası’nın projesini Koruma Kurulu onayladı. Likör Fabrikası’nın dışında kalan parsel içerisinde bir takım doğal varlıklar var. Kültür ve Tabiat Variıklarını Koruma Kurulu onları ayrıca Orman Fakültesi’nden bir rapor isteyerek tescil etmişti. Parselin üzerinde korunması gerekli hem kültür varlığı, hem de doğal varlıklar (ağaçlar) için tescil var. Kurulu şimdi ne yaptılar. İkiye ayırdılar: Tabiat varlıklarından sorumlu komisyonlar kuruldu, kurullar ise sadece kültür varlıklarına yönelik sorumluluklarıyla devam etmeye başladı. Bu süreçte Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tabiat Varlıkları ile ilgili kararlar benim yetkim dahilindedir diye bir takım yazılar gönderdi. Ama kurul burada kültür varlığı olan yapıyla ilgili olan projeye onay verdi. Fakat kurul, parselin bütünü için önerilen proje hakkında “buradaki diğer doğal varlıklıklarla ben etkileşimini sağlayamayacaksam, benim yetkim dahilinde değil o zaman, bu kararı komisyon versin” dedi. 2 No’lu kurul 7 Mart 2012 tarihinde restorasyon projelerini onaylamış durumda. Bunun içerisinde giriş pavyonu (şu anda mevcut olan giriş pavyonu değil, Mallet Stevens tasarımı olan ve yıllar önce yıktırılmış olan giriş pavyonu) da var.

DY: Ama Kurul yapının restorasyonunu onaylıyor değil mi?

GT: Bu çerçevedeki restorasyonunu onaylıyor. Yani yapının yeniden yapımını onaylıyor. Restorasyon çok farklı pratikleri içerecek kadar geniş kapsamlı bir kavram. Rekonstrüksiyon da restorasyonun bir parçasıdır. Yapının belli bir parçasının da rekonstrüksiyonunu yapabilirsiniz, tamamının da gerekirse yapabilirsiniz. Ama bunun oranları var. Yenileme düzeyinde olabilir, bazı elemanların değiştirilmesi şeklinde olabilir. Çok çok ileri gitmiş ise, %60-70 oranında yenilenmişse bu “yeniden yapıma”, rekonstrüksiyona yaklaşır. Ama siz betonarme bir yapıda parçalı yenileme yapamazsınız. Örneğin, şu kolonu değiştireyim, bu kirişi tutayım diyemiyorsunuz. Çünkü betonarme sistem bütünlüğü olan bir yapı konstrüksiyonu.

DY: 2005 yılında tezin bitmesi ile aynı zamanda sizin katkılarınızla yapı tescilleniyor. 2009 yılında siz tekrar devreye giriyorsunuz. Peki bu 4 senelik bir dilim içerisinde bu yapı korunabilseydi acaba yıkılmasına gerek kalır mıydı? Bu 4 senelik süreçte mi tamamen yıkılması gerekliliği ortaya çıktı?

GT: Tez sırasında da zaten çok büyük kaybı vardı yapının. Fakat biz mimarız, yapının strüktürel zafiyetini değerlendirebilme durumumuz yok. Yapıda strüktürel zafiyet bu seviyede olmasaydı, yapı üzerinde hiçbir özgün ayrıntı kalmamış olmakla birlikte, biz onu yine olması gereken hale çevirecek müdahaleleri yapabilirdik. Oysa bu durumda yapı kendini taşıyamıyordu ve bu nedenle yapıya radikal bir strüktürel bir müdahale yapmak lazımdı.

DY: Peki siz parça parça yenileme yapılsın dediniz. Bunun olamayacağı EAA tarafından mı öngörüldü?

GT: Onların kendi mühendisleri ile ve en son Feridun (Çılı) Bey’in ikinci raporu var. O şekilde ortaya çıktı. Arkadaki yüksek yapının zemin problemleri yüzünden olamayacağını tanımlamışlar. Sonuçta transfer katı denilen kat sonra da kullanılacak bir kat değil. 2009 yılındaki projede yeni yapıların toplam yüksekliği ve tasarım kararları bir oranda değişti. Sonuç olarak ben statik projenin son halini ayrıntılı bilmiyorum.

DY: Bundan sonraki süreçte nasıl bir yol izlenecek?

GT: Yapımcı firmanın üniversiteye bir başvurusu oldu. Yeniden inşa sürecinde de biz tekrar yer alacağız. Ancak, süreci genelde kontrol etmek bizim elimizde olan bir şey değil. Umarım herhangi bir olumsuzluk yaşanmaz.

Etiketler

Bir yanıt yazın