Katıldıkları yarışmalarda pek çok başarı elde etmiş Teğet Mimarlık'ın ortaklarından Ertuğ Uçar ile, yarışmalar ve özellikle yarışma sonrasında projelerin uygulanma aşamalarına dair derinlemesine bir sohbet gerçekleştirdik.
İrem Anık: Siz, Teğet Mimarlık olarak, ortağınız Mehmet Kütükçüoğlu ile birlikte çalışıyorsunuz. Yarışmalara katılmak, ilk etapta ikinizin ortak fikri miydi? Yoksa sizin yarışmalara karşı daha öncesine dayanan bir geçmişiniz var mı?
Ertuğ Uçar: Yarışmalara girmek, o kadar doğal bir şekilde, bu işin başka bir şansı yokmuş gibi başlıyor ki, kesin olarak şu tarihte şu karar sonrasında başladım, diyemem. Öğrenciyken takip ediyorsunuz, daha sonra bir fırsat, bir cesaret bulup başlıyorsunuz. Teğet Mimarlık da zaten bir 1996 yılında bir yarışmayla kuruldu. O yarışmanın içinde de ben yoktum aslında. Ama o zaman kadar da, ben, Mehmet, grup olarak yarışmalara katılmıştık zaten. Ofisimizin çok yarışmacı bir ofis olduğunu söyleyemem, ama yarışmalar hep gündemimizdeki bir konudur. Artık uygulama yapıyoruz, yarışmaları bırakalım gibi bir düşüncemiz yok.
İA: Sadece yarışmacı bir ofis olarak görmüyoruz sizi gerçekten. Daha az ama bir şekilde seçici olarak yarışmalara katıldığınızı görüyoruz. Katıldığınız bu yarışmaları sizin için çekici hale getiren nedir?
EU: Yarışmanın konusu, ödül ve jüri en önemli maddeler arasında. Daha sonra yarışmanın yeri ve şartname geliyor. Bunlar tek tek üzerinde durduğumuz kriterler değil tabii ama hepsi birlikte, insanın kafasında genel bir fikir oluşturuyor. Bir de yarışmalara girdikçe, zamanla ne tür konularda daha çok başarı şanslarının olduğunu ofisler anlıyorlar. Ben şunu söyleyebilirim, biz belediye binası, vali konağı gibi yarışmalarda genelde ödül grubuna giremedik, daha başarısız olduk. Projeyi de mutlu teslim etmedik çoğu kez. O yüzden artık bu tarz yarışmalara bakmıyoruz. Girmeye değer bulmadığımızdan değil, kendimiz için çok fazla şans görmediğimizden. Arkasında daha güçlü, projeyi uygulamaya daha niyetli görünen bir kurum ve normalde bu ülkede çok yapılmayan müze, kültür binası, havaalanı gibi yapılarla ilgili yarışmalar daha çok ilgimizi çekiyor.
İA: Yarışmaların proje üretim süreçleri içerisindeki yerlerini, avantajlarını ve dezavantajlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
EU: Eleştirmek için otursak, yarışmaların da bir sürü yanını eleştirebiliriz. Neticede yarışmalar, bir grup insanın bir grup jüriyi görevlendirerek oluşturduğu ve kendi içinde bir öznelliği olan organizasyonlardır. Sonuçları bir grup beğense, diğerleri beğenmiyor. Tartışmalar çıkıyor, eleştiriler yapılıyor. Ama eninde sonunda yarışmalar, özellikle kamunun günümüzdeki bina elde etme yöntemlerine iyi bir alternatiftir. Kurumlar da, yarışma yapa yapa bu tecrübeyi edineceklerdir. Daha çok yarışma yapılması, daha iyi yarışmaları da beraberinde getirecektir. Kamu, projeleri tanıdıklık vasıtasıyla dağıtmaktan vazgeçmelidir. Dolayısıyla, yarışmaların proje üretimindeki yerlerini çok olumlu buluyorum. Sanıyorum ki, kimse de aksini iddia etmeyecektir. Ama tabii, yarışmaların da üzerine düşünülmesi gereken yönleri var.
İA: Bu yönler nelerdir mesela?
EU: Bir yandan “Tüm Kamu Binaları Yarışmayla Projelendirilsin” diyoruz, daha doğrusu siz diyorsunuz. Ben, birkaç yarışmanın yarışma sonrası süreçlerine de dahil olduğum için, işin bu yönüne dikkat çekilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yarışma bittikten sonra herkes tası tarağı toplayıp gidiyor, proje müellifi hiç tanımadığı bir kurumla baş başa kalıyor. Ağır bürokrasilerle, yoruma açık ama kimsenin yorumlamak istemediği mevzuatlarla ve farklı farklı iç alışkanlıkları olan kurumlarla bir süreç başlıyor. Bu aşamada ortada ne Mimarlar Odası oluyor ne de jüri üyeleri. Zaman zaman iyi niyetli yaklaşımlarda bulunuyorlar, fakat yaptırım çok fazla olamıyor. Ondan sonra, yarışmaya hazırlık ve yarışma esnası, eğlenceli bir ön aşama gibi kalıyor. Süreç, işe yeni başlamış genç bir ofis için daha da zorlu geçiyor. Çünkü bu tip ilişkilerin nasıl kurulacağı, mimarın görev ve haklarının ne olduğu okullarda öğretilmiyor. Okullarda öğretilen tasarım gerçek hayata nasıl geçirilecek, o kağıtlar, projeler kimlerin elinde ne hale gelecek mimarlar bilmiyorlar.
İA: Buna benzer bir konu, Antalya Kepez Yarışması Kolokyumu’nda da gündeme geldi. O yarışmayı, jüriyi şaşırttığı kadar sevindiren, çok genç ve tecrübesiz bir grup kazandı. Bu nedenle, projenin uygulanma aşaması ile ilgili, danışmanlık yardımı almaları ile ilgili fikirler tartışıldı. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
EU: Ben, kazanan arkadaşlardan çok belediyenin yardım alması gerektiğini düşünüyorum. Belediyeler ve diğer kurumlar, bazen kendilerini proje yöneticisi gibi görebiliyorlar, fakat projeleri yönetmiyorlar. Projeleri, her tarafa eş mesafade durabilecek birisinin organize etmesi gerekebiliyor. Aslında mimarın görevi olmayan sorumluluklar mimarın üzerine kalabiliyor. Ben çok genç bir ofisin çok iyi bir iş çıkarabileceğine inanıyorum. Ama o ofisin çıkardığı işi, tam anlamıyla hayata geçirip geçirmemek belediyenin elinde olan bir durumdur. Belediyeler, kötü niyetle hareket etmeseler de bazen öyle bir görüşleri olmadığı için, projeler hayata geçirilirken aksaklıklar yaşanıyor. Belediyelerde bir projenin nasıl iyi bir şekilde bina haline getirileceğini bilen insanlar çok az. Bu da normal bir durum aslında. Fakat bunu bilen bir ara kurumu da kabul etmiyorlar. Çünkü şartnamede böyle bir şey tarif edilmemiş.
Projelerin uygulama aşamaları ile ilgili, şartnamenin belirlediği taraflar, iki katlı bir bina da yapsanız, hava alanı da yapsanız değişmiyor. Oysa artık sürece dahil edilmesi gereken aydınlatma uzmanı, yangın uzmanları, çeşitli danışmanlar, yapı denetimcileri gibi birçok disiplin var. Ama öyle olmuyor maalesef, mevzuat dışına çıkamayan ve insiyatif alamayan kurumlar karşısında mimar bütün bunları kendisi halletmeye çalışıyor.
İA: Yarışma projelerinin uygulanma aşamasındaki sorunlar aslında çok çeşitli. Bunlara son örnek, Zonguldak Lavuar Koruma Alanı ve Çevresi Koruma Yarışması sonrasında, araziye ait mülkiyet sorunları ile ilgili olarak yaşanıyor. Sizin, az önce söylediklerinize dayanarak bu sorunlardan önemli birini mevzuatın eksiklikleri olarak değerlendirdiğinizi söyleyebilir miyiz?
EU: Bütün bu sorunları çözerek bir yarışma açmanın zorluklarını da anlıyorum. Yani bütçesini bir kenara koymadan ve arazisini de temiz bir şekilde ayarladığını kanıtlamadan bir kurum yarışma açamasın deseniz mesela, bu tip uygulama problemleri hallolur fakat o zaman belki de hiç yarışma açılamaz. Çünkü böyle temiz durumlar hiç olmuyor, her zaman bir problem mutlaka vardır. Mevzuatta şöyle bir sorun var, kamu ihale kurumunun mevzuatını açarsanız, bir işin nasıl dağıtılacağının yöntemleri ve hangi kalemlerden oluştuğu orada yazıyor. Ama hala, uygulama aşamasında ihtiyaç duyacağınız farklı disiplinler tanımlanmamış. Biz, Deniz Müzesi projesinin müellifi olarak, ya bunları kendi cebimizden yaptırmak ya da bir şekilde çok doğru olmayan ara yöntemlerle halletmek durumunda kaldık. Sanıyorum ki kamunun ihale de dahil, bütün projelerinde bu sorunlar yaşanıyor. Yarışmalarda bunun önüne geçilmesinin bir yolu, yarışma şartnamesinin içine proje sözleşmesinin nasıl olacağı, asgari bedeller de içinde olacak şekilde açıkça madde madde konulması olabilir, aksi taktirde proje müellifinin aleyhinde yorumlamalar oluyor. Baştan bakmadığınız o son sayfanın son satırındaki bir küçük cümle, projenin hayata geçirilme sürecinin belirleyicisi olabiliyor. Şartname yazılırken önemsenmeyen, nasılsa onlar aralarında hallederler diyerek dikkate alınmamış bir konu, projenin yıllarına, binanın kalitesine ve belki hatta binanın yapılamamasına mal olabiliyor. Müellifin taviz vermediği konularda, işveren de uzlaşmaya yanaşmazsa projeler öylece kalabiliyor.
İA: Sözleşmelerde, işveren birinciyle anlaşamazsa ikinciyle sözleşme yapabilir şeklinde, tabiri caizse kazananların da birbirine kırdıran bir madde yer alabiliyor. Bu konuda neler söyleyeceksiniz?
EU: İkinciyle anlaşamazsa üçüncüyle mi denenecek yani? Zaten anlaşamamayı anlayamıyorum ben. Böyle durumlarda olay sadece paraya indirgeniyor. Oysa ki toplam tutarın yanında küçük paralar bunlar, takılacak meseleler değil.
İA: Sizin Deniz Müzesi Yarışması’nda yaşadığınız uygulama süreci nasıldı?
EU: Bizim Deniz Müzesi’nde yaşadığımız süreç, sanıyorum ki hep yaşanmakta. Şimdi burada tane tane anlatsam, birileri biz de bunların aynısını yaşamıştık diyecektir. Kısaca ağır bir bürokrasi, hepsi iyi niyetli doğrunun ne olduğunu gören fakat bir türlü inisiyatif alamayan kurum yöneticileri, sonsuz toplantılar, toplantılarda kabul edilen ama sonra bir türlü hayata geçirilemeyen kararlar, verilen sözler… Bütün bunlarla dolu bir süreç geçirdik, hala geçiriyoruz. Bütün dağınık parçaları bir arada tutmaya çalışan bir tutkal görevi gördük çoğu zaman. Bir de bu kurumların hiyerarşilerine ve kendi iç işleyişlerine girmek ve çözmek ayrı bir zorluk. Belediyelerin delmek istediklerinde kolayca deldikleri, istemedikleri zaman gittikçe kalınlaşan bir mevzuat derisi var. Mevzuat, cepte tutulan bir silaha dönüşüyor. Zaman zaman mimarlığı bırakıp, bina ile ilgilenmememiz gereken sürede bu işlerle uğraştık. O yüzden diyebilirim ki, Deniz Müzesi neredeyse bir sosyal sorumluluk projesine dönüştü. Süresi bitmiş, yenilenmemiş sözleşmelerimizle dört senedir bu işi ayakta tutmaya çalışıyoruz. Tabelaya ismimizi yazdırmamız sekiz ay sürdü. Projenin mesleki uygulama sorumluluğunu çok zor bir şekilde aldık, tam bir sene sürdü, çünkü kamu kurumlarında böyle bir alışkanlık yok. Sen ver bana projeyi, ben hallederim diyorlar. Zaman içerisinde pek çok şey değişebiliyor, yeni teknolojiler, yeni ihtiyaçlar ortaya çıkıyor, belki kullandığınız bir malzemenin ithalatı durduruluyor. Bazen bir yanlışı üç ay önceden görüp söylüyorsunuz, yine de harekete geçilemediği için engellenemiyor. Buna benzer durumlar, belki başka dallarda da oluyordur. Bir kişi hapis yatıyordur haksız yere, ama kimse onu çıkaramıyordur mevzuat sebebiyle. Mevzuat, bütün kurumların bodrumlarında besledikleri bir canavar gibi. Orada oturuyor ve kimse laf geçiremiyor. Sadece biz mimarlara özgü bir durum değil yani.
Yine de rahatlıkla söyleyebilirim ki, eğer mesleki uygulama sorumluluğu bizde olmasaydı, hala çok eksiği olmasına rağmen proje bugün olduğu kadar iyi bir noktada olamazdı. Daha çok yolu var, ikinci aşaması var, ama bugünlere kadar getirdik.
İA: Bu dört sene içerisinde hiç projeden kopma noktasına geldiniz mi?
EU: Biz, bırakmayacağımızı biliyorduk diyeyim. Ama normalde yapılacak iş değil. Parasal yönü zaten yok, dediğim gibi bir sosyal sorumluluk işine dönüşmüş durumda.
İA: İzmir Opera Binası henüz yeni sayılabilecek bir yarışma. Oradaki süreç ile ilgili neler hissediyorsunuz, aynı şeyleri yaşamayı göze alıyor musunuz?
EU: Aynı şeyleri göze almıyoruz artık, öyle olmaması için de önlemlerimizi alıyoruz en baştan. Mevzuatta olmayan ama olması gereken maddeler, sürece dahil edilmesi gereken disiplinler ile ilgili çalışıyoruz. Bunların gerekliliğini herkes kabul ediyor. 7-8 aydır, işin baştan doğru tarif edilmesi için, doğru bir sözleşme yazılmasına uğraşıyoruz. Umuyorum ki, çok uzun olmayan bir süre içinde imzaya oturacağız.
İA: Yarışmalara hazırlanırken, tasarımlarınızı oluşturma aşamasında nelerden ilham alıyorsunuz?
EU: Bu konuda yarışmaların diğer projelerden bir farkı yok. Süreç, normal projelerimizden biraz daha heyecanlı geçebiliyor. Biz aynı tip yarışmalara girerek bir uzmanlık oluşturmaktansa, yarışmaları seçerken, kendimize yeni bir dünya açabilecek olanları seçmeye gayret ediyoruz. Biz opera yarışmasını kazanmamış olsaydık da, böyle özel bir konuda bir kültür ve bilgi birikimine sahip olmuş olacaktık. O açıdan, yarışma hazırlıkları biraz daha konsantre geçiyor.
İA: Yarışma sürecinde, ofisteki iş bölümünü nasıl sağlıyorsunuz? Ofis bünyesinde sürekli yarışmacı bir ekip mi var?
EU: Ofiste bir grup oluşturuluyor, bazen dışarıdan destek almak istediğimizde ya da projede yer almak isteyenler olduğunda grubumuz genişliyor. Ofiste kabaca şöyle bir ayrım olduğunu söyleyebilirim, yarışma projelerini yapan ve düzensiz çalışma kabiliyeti olan ve bundan keyif alan, proje sunuş yöntemlerine hakim, hafif vampirleşmiş bir grup ve bir de daha düzenli çalışmayı seven, sabah gelip akşam çıkan, yarışmacı gruba arada bir dahil olan bir grup. Bu iki grup da bir mimarlık ofisine lazım. Hatta Mehmet ve ben bile bazen aramızda bu ayrımı yapıyoruz.
İA: Biz, Arkitera olarak yarışma sonrasında jüri üyelerinin ve yarışmanın kendisinin puanlanacağı bir sistem oluşturmak istiyoruz. Böyle bir sistem hakkında ne düşünüyorsunuz?
EU: Osman bey ile olan söyleşide de sanırım bahsi geçiyordu bu konunun. Ben size bir soruyla cevap vereyim, neden böyle bir şeye ihtiyaç duyuyorsunuz? Yarışmaları yarışmaya açmak gibi olabilir biraz.
İA: Biz bu sistemi oluşturmayı düşünürken, en iyi yarışmayı seçmek gibi bir iddiaya sahip değiliz. Amacımız yarışma sürecini daha şeffaf ve katılımcı hale getirmek. Jüri üyeleri ile ilgili de, kimsenin bireysel olarak öne çıkarılmasını değil, jürinin bir kurum olarak ele alınmasını ve işleyişinin değerlendirilmesini hedefliyoruz.
EU: Peki nereden bileceksiniz? Kaybedenler kötü derecelendirebilir, ikinci bile kötü konuşabilir, birinci olamamış çünkü. Jürinin öznelliğini kabul etmek gerekir. Ben kişisel olarak, başarısız olunan durumlarda jüriyi ya da şartnameyi suçlamayı, maçı kaybedenlerin hakeme küfretmelerine benzetiyorum. Öncelikle dönüp kendinize bakmanız gerekir.
İA: Biz de aynı düşünceden hareketle, bir yarışmaya katılan herkesin aynı sizin gibi yeterli profesyonellikte ve meslek etiğine sahip olacağına inanıyoruz. Kazanan ya da kaybeden, herkesin tarafsız bir değerlendirme yapabileceğini düşünüyoruz ve bu görüşleri önemsiyoruz.
EU: Belki de denememiz lazım gerçekten, bilemiyorum. O iyi niyeti çok iyi anlıyorum, ama sonuçlarını tam kestiremiyorum. Bir de bu denetleme mekanizmaları ne kadar üst seviyeye çıkabilir, bu anketi denetleyen bir ara kurum daha mı kurgulanacak? En nihayetinde bir kere deneyip, sonuçlarını görmek lazım. Ben öncelikle, yarışmalar sürecini iyileştirme asıl görevinin Mimarlar Odası’nda olduğunu düşünüyorum. Ayrıca yarışmalarla ilgili bir oluşumun, yarışmadan sonraki süreci araştırmasının da önemli olduğunu düşünüyorum. Kaç yarışmadan kaçı gerçekleşmiş, gerçekleşemeyenler neden gerçekleşememiş gibi. Bizim katıldığımız bir yarışma, açıkça bütçesi olmadığı için hayata geçirilemedi. Bu sebepler tespit edilerek, koşulların düzeltilmesi için çalışılabilir.
İA: Peki uygulanamayacak da olsa, bir yarışmanın açılması faydalı mıdır?
EU: Tabii, yarışmaları bir kolektif antrenman gibi görüyorum ben. Biz bir yarışmaya katıldıktan sonra, diğer katıldığını bildiğimiz arkadaşlarla birbirimize projeleri göndeririz, birbirimizi eleştiririz. O yüzden yarışmaların açılmasını önemsiyorum. Ama fikir yarışmaları bir yana, bir yarışmanın hiç uygulanmayacağını bilmek insanın hevesini biraz kıracaktır diye düşünüyorum. Yapılanların durumda ona da bakmak lazım tabii ki. Bunu ben projeleri eleştirmek için söylemiyorum, ama bir gelecek vizyonu ile hareket etmek gerekiyor. Yarışmayla elde edilen bir bina, ne durumda? Detaylarından, alüminyum işlemelerinden bahsetmiyorum. Düzgün işliyor mu, yoksa daha iki sene geçmeden yanına ek bir bina mı yapılmış? Bunu binalar için söylüyorum, daha da önemsediğim bir konu sık sık yapılmaya başlanan dönüşüm yarışmaları. Bu konuda da Osman beyi kızdıracak bir örnek vereceğim. Antalya’da Dönerciler Çarşısı, aslında Türkiye’de kent merkezlerinde alışık olduğumuz bir “kimin eli kimin cebinde” bölgesi, bir arasta. Bir yandan da şehrin karakteri olmuş, her gelen mutlaka oraya uğruyor. Yarışma projesi çok iyi olabilir, fakat bugün oraya gitsek tekrar bir yarışma açmak isteyebilirsiniz. Bu kadar emek verildikten sonra bu manzara insanı üzüyor. O zamanda, yarışanlar, şehrin bu tür aksaklıklarını ben mi gidereceğim diyebilirler.
İA: Kağıt üzerindeki tasarımlarla, sosyal yapıya müdahale etmek demek ki mümkün olmuyor. Belki de böyle durumlarda, kentsel politikalar geliştirmeye yönelik farklı yarışmalar açmak gerekiyor.
EU: Evet, katılıyorum. Süreçlerde yeniliklere açık olmak ve tarafları çoğaltmak gerekiyor. Esas bu tarz yarışmalar iki aşamalı olmalı aslında. Farklı kullanıcı grupları davet edilmeli ve interaktif bir süreç işlemeli.
İA: Özel sektörün yarışma açması konusunda ne düşünüyorsunuz?
EU: Özel sektör yarışmalara daha çok ağırlık verirse, canlandırıcı bir etkisi olacaktır. Fakat özel sektör bunu yaptığı zaman, kamudan daha çok haksızlık yapacaktır. Katılımcıların kimi kuralsızlıklara hazırlıklı oması gerekir. Ama tabii ki, Mimarlar Odasının desteğiyle, düzgün bir şartname oluşturmaya çalışan özel sektör kuruluşları da var.
İA: Yine Osman Bey’e bir atıfta bulunarak, bütün mimarların yarışmacı olmasıyla ilgili ne düşündüğünüzü de öğrenmek istiyorum.
EU: Osman Bey’i ben çok severim, yarışmalar konusunda da gerçekten çok deneyimli ve pek çok katkı sağlamış bir kişidir. Fakat bu fikre çok katıldığımı söylemem aslında. Biz mimarlar her şeyden önce kendimizle yarışıyoruz. Bu çok beylik bir cümle gibi duruyor ama gerçekten öyle. Bir yarışmaya katılırken biz önce kendimizin beğeneceği bir şey üretmeye çalışıyoruz.
İA: Yeni mezun bazı arkadaşlar, katılacakları zaman düşük bütçeli yarışmaları tercih ediyorlar, yüksek bütçelilere sizin gibi başarılı ve profesyonelm ofisler de ilgi duyuyor çünkü. Siz yarışmaların ödül miktarları hakkında ne düşünüyorsunuz?
EU: Eskiden, yeni mezunken ödül miktarları bana çok büyük gelirdi. Tek başınıza olduğunuz zaman, masraflar da ona göre oluyor çünkü. Bir eve kapanıp, dilediğiniz saate kadar çalışıp, o yarışmayla yaşıyorsunuz bir süre. Şimdiyse ödüller çok yüksek gelmiyor, bir ofis onu yiyip bitiriyor çünkü.
İA: Açılan yarışma türlerinin çeşitliliği hakkında ne düşünüyorsunuz? Mimari proje ve kentsel tasarım dışında, bir restorasyon projesi yarışması neden karşımıza çıkmıyor?
EU: Restorayonu, eskinin aynısının inşası olarak ele alan ve yarışmaya uygun görmeyenler olabilir. Aslında başarısız restorasyon örnekleri ile karşılaşıyoruz, ayrıca restorasyon hep o şekilde olmak zorunda da değil. Restorasyonun muhafazakar bir yanı tabi ki olacak, ama yarışmaya uygun durumlar da bulundurduğunu düşünüyorum. Bizim Deniz Müzesi yarışmamızda, yarışmada yer almayan bir yapı vardı. Neden bugüne kadar çok açılmadığını bilmiyorum, restorasyon işi çok yapılıyor aslında. Ama sonuçta, ne kadar çeşitli ve çok yarışma açılırsa o kadar iyi projelerin geleceğini düşünüyorum.
1 Yorum
=== keskin ve anlamlı bir yazı, teşekkür ederim