8 Artı Mimarlık ve Kentsel Tasarım Ofisi'nin ortaklarından Devrim Çimen ile Beyoğlu'ndaki ofislerinde yarışmalar ve yarışmaların sahne olduğu mesleki iktidar mücadeleleri ile ilgili uzun bir sohbet gerçekleştirdik.
İrem Anık: Sizin yarışmalarla ilgili çok fazla çalışmanız olduğunu biliyoruz. Muhtemelen benden çok daha fazla bilgiye sahipsinizdir. Yarışmalar üzerine çok fazla söz söylenen ve herkesin çok ilgi duyduğu bir konu. Sizin yarışmalara duyduğunuz ilgi ve bu konuda profesyonelleşme süreciniz nasıl başladı?
Devrim Çimen: Yarışmalara ilk olarak öğrencilik yıllarımda ilgi duymaya başladım. Sanırım 1994’te, bir arkadaşımız vefat etmişti, onun anısına güvenlik temalı bir yarışma düzenlenmişti. Uygulamadan ziyade bir öğrenci fikir yarışmasıydı. Sadece “güvenlik” ve “kent” kavramları üzerine fikirler üretmek ile ilgiliydi. Biz o zaman üç arkadaş birlikte bir öneri hazırlamıştık. Zaten sadece mansiyon ödülleri veriliyordu, mansiyon kazanmıştık. Başlangıç o şekilde oldu.
Yarışmalara katılmak, düşünmeyi sevmeyi gerektiriyor. Aynı konu üzerine farklı bakışlar, pencereler nasıl olabilir yarışmalar bunu gösteriyor. Fakat bu konuda profesyonelleşme olarak bakmamak gerekiyor. Tabii bir şirket kuruyoruz, mesleğimizi bunun çevresinde icra ediyoruz ama yarışma bunun her zaman tam içinde yer almıyor, o yüzden de çekici olabiliyor. Teknik anlamda bir profesyonellik her zaman var, ama benim için o düşünce üretme kısmı daha önemli. insan yarışmaları yaptıkça seviyor, ’90 ların başındaki o ilk yarışmadan sonra hep takip eder oldum. Katılmasam bile bir çok yarışmaya eskiz karalamışlığım vardır.
İA: Girmediğiniz için pişman olduğunuz bir yarışma oldu mu?
DÇ: Biraz çalışmaya başlayıp katılmadığım bütün yarışmalarda o duyguyu hissettim. En son Çamlıca Yarışmasına katılmayı düşünmüştüm, ama bir şekilde olmadı. Biraz zor bir yarışmaydı, fikri bulmaktan ziyade şartnamenin istedikleri fazlaydı. Yakın dönemde olduğu için, ilk hatırladığım bu. Onun dışında, çok isteyip de katılamadığım bir yarışma olmadı.
İA: Bu katılamamak durumu, zamansızlıktan mı oluyor yoksa şartnamelerin istedikleri mi işleri zorlaştırıyor?
DÇ: Bazen jüri, belki de bir yarışma projesinin üretim süreçlerine çok hakim olmadığı için, teknik anlamda da gereğinden fazla üretim isteyebiliyor. Bu da bazı grupların geri durmasına sebep olabiliyor. Zamanlamayı ayarlamak, katılımcıların sorumluluğunda. Tabii bir de jüri ne kadar çok şey isterse istesin çok az çizimle çok fazla şey anlatabilirsiniz. Genelde böyle durumlarda sonradan eleştiriler gelir, çizimler eksik bulunur. Ama aslında bu durum, meseleye nasıl baktığınızla ve nasıl ele aldığınızla alakalı.
İA: Bir yarışmanın katılmak için size çekici gelen yönleri nelerdir?
DÇ: Birincisi, bizim kendi becerilerimizle ilgili. Eğer yarışmanın konusu bizim bildiğimiz bir alana denk düşüyorsa daha hevesli oluyoruz. Bu, sadece bildiğimiz konularla ilgilendiğimiz anlamına gelmiyor. Farklı disiplinler ile de çalışabildiğimiz büyük ölçekli yarışmaları da seviyoruz. Bu zaten bizim yarışma geçmişimize bakıldığında da görülüyor. Hiçbir zaman bina ölçeğinde kalmayan ama sadece peyzajdan da ibaret olmayan yarışmalar ilgimizi çekiyor. Bir yarışmanın kentsel tasarıma da tekabül etmesi bizim temel kriterlerimizden biri. Sadece bina yarışmalarına da girdik, çünkü bir binayı da kentsel bir öğe olarak ele alıyoruz. Ben özellikle kamu yapılarının olduğu yarışmaların, kentle güçlü ilişkiler kurma potansiyeli barındırdığı için bir kentsel tasarım olarak ele alınması gerektiğini düşünüyorum.
İA: Bu görüşünüzde sanırım sizin yüksek lisansınızı kentsel tasarım dalında yapmış olmanızın da etkisi var.
DÇ: Evet öyle bir geçmişim var. Bu ikisi, birbirini besleyen konular zaten. Benim kentsel tasarıma ilgim, lisans döneminden başlıyor. Bir yapı kent ile nasıl ilişki kurabilir sorusunun peşinde öğrenciyken de koştuğum için o tarafa doğru yöneldim.
İA: Demin de bahsetmiş olduğunuz, farklı disiplinlerle birlikte çalışmam konusunu ofisinizde nasıl organize ediyorsunuz? Çalışma sürecine kentsel tasarımın dışında hangi disiplinler, nasıl dahil ediliyor?
DÇ: Yarışma, bir problem tarifidir. Farklı disiplinler ile iş birliği de, bu problemin tarif biçimi ile ilgilidir. Bu problemin tarifini ya aynen kabul edersiniz ya da üzerinde araştırarak, esneterek yeni tarifler geliştirirsiniz. Bu aşamada da hangi disiplinler ile çalışmanız gerektiği şekillenir. Biz bir sosyologla çalışmadık henüz, ama birçok mühendislik dalıyla çalışma deneyimimiz oldu, direk tasarıma dahil olarak değil de, bizim tasarım perspektifimizi yönlendirme şeklinde. Ofis içinde sürekli yarışmacı bir ekibimiz yok. Yarışmanın konusuna göre, dışarıdan katılımlarla gruplarımız oluşuyor, organik bir süreç yani. Bizim ofisimiz küçük bir ofis, işlerimiz arttığı zaman sayımız da artıyor. Yarışmaları da, genelde ben ve ortağım Sertaç Erten beraber yürütüyoruz.
İA: Şartnamelerde kurulacak ekiplerle ilgili zorunlu kararlar olması hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu şekildeki kısıtlamaları gerekli görüyor musunuz?
DÇ: Benim doktora tezim, yarışmaların söylem üretme noktasında nasıl araçsallaştırıldıkları ve bu yolla ne tür iktidar mücadelelerin yaşandığının bu süreçlerde üretilmiş olan tüm yazılı ve sözel dökümanlar üzerinden okunması ve kırılmaların tespiti olarak özetlenebilir Kentsel tasarım kavram olarak ilk kez Harvard’da 1950’lerde ortaya mimarlarca kullanılıyor. Ama bu mimarlar, planlama eğitimi de almış mimarlar. Türkiye’deki iz düşümü de aşağı yukarı bu şekilde. Türkiye’de kentsel tasarım yarışmaları geçmişinde bir takım kırılmalar var ve her kırılmada meslek yelpazesi biraz daha genişliyor. Mimarlık, planlama, peyzaj mimarlığı sırasıyla yavaş yavaş konunun içine giriyor. Bu yüzden, yarışmalar aslında bir güç mücadelesinin zeminine dönüşüyor. Bu tip maddeler konulmasını da aynı durumun bir sonucu olarak görüyorum. Odaların, jüri üyelerinin ve belki üniversitelerin baskısıyla böyle bir tarif getirilmeye çalışılıyor. Ama aslında, zorla güzellik olmaz dedirtecek bir durum. Böyle bir maddenin zorunluluk olarak eklenmesini ben sürecin işlemesi gereken şekilde işlemediğinin ve farklı disiplinlerin bir arada çalışma kabiliyetinden yoksun olduklarının bir göstergesi olarak görüyorum. Jüri eğer yeterince iyiyse, ürün değerlendirilmesi kısmında, farklı disiplinlden gelebilecek bir görüş eksikliğini fark etmesi lazımdır zaten. O yüzden ben böyle bir maddenin gerekli olduğunu düşünmüyorum.
İA: Doktora çalışmanızdan biraz daha bahseder misiniz?
DÇ: Yurtdışı ile Türkiye’de zamanlama farklı da olsa, süreç benzer bir şekilde geçiyor. Ben 1980 ve 2010 arasındaki 30 senelik süre içinde, isminde ilk defa “kentsel tasarım” kavramı geçen yarışmayı arayarak başladım. 1980 yılındaki Eskişehir Fuar ve Dinlence Eğlence Kültür Alanları Kentsel Tasarımı Mimari Proje Yarışması’nda, kentsel tasarım kavramı jüri tarafından bilinçli olarak seçilmiş. Tam bu tarihte bir kırılma yaşanıyor, ’80 öncesinde buna benzer yarışmalar çevre düzenleme adı ile açılırken, bu yarışma ile birlikte ’80 sonrasında kentsel tasarım adı kullanılmaya başlanıyor. Bunun akademik çevrelerde de etkilerini görüyoruz. Ben kentsel tasarım kavramına ve bu kavramın altının nasıl doldurulduğuna baktım. Bu kavramın doldurulması belirli güç ilişkileri çerçevesinde oluyor. Bu güç ilişkileri, yarışmanın şartnamesinden soru-cevaplarına kadar pek çok şeyini etkiliyor. 90’lara kadar bir mimar-plancı hegemonyası var, mimarlar planlama nosyonu kuvvetli olarak yetiştiriliyor. Bu o dönem okulların müfredatlarında da okunabilen bir durum. Yavaş yavaş alınan derslerin yıllar içinde farklılaştığını görüyoruz. Mimarlığın planlamayla iyice koptuğunu söyleyebiliriz ve durum bir problem olarak sıklıkla karşımıza çıkıyor. Daha sonra, mimar-plancı perspektifi biraz kırılıp, mimarlık ve planlama ayrı ayrı disiplinler olarak baskın hale geliyorlar. 2000’lerde ise peyzaj mimarlığının öne çıktığını görüyoruz. Genel olarak, kentsel tasarım denilen alanın bir iktidar mücadelesine sahne olduğunu ve söz söyleme aracı olarak da yarışmaların kullanıldığını söyleyebiliriz. Kentsel tasarımın teori olarak ortaya çıkışı bütün bu süreçlerle bağlantılı ve zamanla kentsel tasarım kavramı da evrimleşiyor, tanımlamaları değişiyor. Önümüzde, ekonomi, sosyoloji ve benzer disiplinlerin de konuya dahil olacağı yeni bir kırılma olabilir. Kentsel tasarım sadece bir tasarım problemi olmadığı için süreç açıktır.
İA: Peki böyle olacağı öngörüsünü yaparken, bu görüşe aynı şekilde katılıyor musunuz? Sizce de süreç bu şekilde mi gelişmeli?
DÇ: Bu benim düşüncemle ilgili bir şey değil aslında, var olan kurgu bunun bu şekilde olacağını gösteriyor. Bizim yapabileceğimiz şey, bu kurguyu incelemek ve belki gerekirse bir takım müdahaleler yapmak.
İA: Bu meslekler arası iktidar mücadelelerinin, yarışmalar konusunda ortaya çıkacak projeleri ne yönde etkilediğini düşünüyorsunuz?
DÇ: Benim yaptığım bu durum tespiti, sadece farklı meslek grupları arasında geçerli değil. Mimarlığın da içinde çok önemli ekoller var ve bu ekoller arasında aynı mücadeleleri görmek mümkün. Jüri kompozisyonundaki çeşitlilik bazen seçilen projenin de yansıttığı bir çatışmayı beraberinde getirebiliyor. Zaten jüri üyelerinin dağılımı bile, bir iktidar mücadelesinin göstergesidir. Tarihte böyle yarışmalar var, jürinin gerçekten ikiye ayrıldığı durumlar. Ama yarışmanın temel felsefesi rekabete dayalı olduğu için, meslek grupları arasındaki bir rekabetin yarışmaları olumsuz etkileyeceğini düşünmüyorum.
İA: Sizin bir yazınızda jürinin öznelliğini kabul etmek gerektiği fakat bunun jürinin kafasına göre hareket edeceği anlamına gelmediği yazıyordu. Jürinin öznelliği hakkında ne düşünüyorsunuz?
DÇ: Bu durumu Edirne Belediyesi Selimiye Camii ve Çevresi Ulusal Kentsel Tasarım Yarışması’nda dile getirdim. Kentsel tasarım alanında böyle bir söylem gelişti. Gerçi genel olarak hep olan bir durum, sıkışınca başka jüri başka proje seçerdi diyorlar. Ama şu unutuluyor, başka bir jüri olsaydı başka bir şartname ve başka bir problem tarifi olurdu. Jüri değiştiği zaman bakış açısı ve o alana yaklaşım, her şey değişiyor çünkü. Ama bu, yapılan değerlendirmeler özneldir anlamına gelmez. İçinde öznellik barındırabilir, tasarım alanı belli oranlarda buna müsaade eder zaten. Jürinin yapması gereken, subjektif olsa da açıklamasını yapabilmektir. Jüri yaptığı ve yapmadığı seçimleri açıklamak zorundadır.
İA: Biz de aslında aynı şekilde düşünüyoruz ve yarışma sonrasında jürinin bireysellikten uzak bir şekilde bir birim olarak ele alınarak puanlanacağı bir sistem oluşturmak istiyoruz.
DÇ: İlk kez duyduğum için, tam nasıl olur bilemedim şimdi. Bunu çok disipline etmek ne kadar doğru olur bilemiyorum. Asıl jürinin kendi içindeki kapalı çalışma süreci çok önemli. O süreçteki tartışmaların açığa çıkarılması ile ilgili bir çalışma daha mı faydalı olur acaba? Belki de jüri raporları yetersiz olduğu için tartışma süreçleri merak ediliyor. Edirne yarışmasında bundan da bahsetmiştim. Eskişehir yarışmasının jüri raporu 50-60 sayfalık bütün bilimsel veriler ve tartışmalarla birlikte çok ciddi bir belge. Tezimden çıkan sonuçlardan biri de, artık bu raporların çok zayıfladığı ve söylem üretme noktasında değerlerini kaybettikleri şeklindeydi. Raporlar artık zoraki, adet yerini bulsun diye yazılan birkaç sayfalık metinlere dönüştüler. 2002 yılında sanırım, Ankara 50. Yıl yarışmasında bize jüri raporu yollanmadı. Raporu kolokyuma gittiğimizde, salondaki bir kolonun üzerine paket bantıyla yapıştırılmış olarak gördük, sadece iki sayfa. Bu sanırım jürinin ve raportörlüğün kendini bu işe verip vermemesiyle ilgili. Raportörlük müessesesi aslında çok önemli. Jüri tartışmalarını takip ederken, raportörün aldığı notların raporlarda yer alması gerekiyor. Raportörlük müessesesinin yeniden güçlendirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Yurtdışında bu konuda ilgili kuruluşlar var. Açmak istediğiniz bir yarışma konusunda kamu ya da özel, gidip onlara başvuruyorsunuz ve onlar süreci organize ediyorlar.
İA: Sürece dair konuşuyoruz hep, ama işin bir de uygulama boyutu var. Uygulamada, kentsel tasarım yarışmalarının mimari projelerden daha geride kaldığını görüyoruz. Kentsel tasarım yarışmaları neden kağıt üzerinde kalıyor?
DÇ: Benim elimde tam öyle bir istatistik yok ama bu durum Türkiye’de kentsel tasarıma bakış açısıyla ilgili. Yarışmayı açan kurumun nasıl bir algıyla ya da nasıl bir niyetle bu işe kalkıştığı önemli. Bazı yarışmalar, gerçekten uygulama niyetiyle açılmıyor. Bir yarışma, onu açan kurumu pek çok ortamda görünür hale getiriyor. O yüzden, bazı yarışmalar gerçekten projeyi uygulamak için değil de, kentsel tasarıma konu olacak belli büyük alanları göz önüne çıkarmak için açılabiliyor. Mimarlık yarışmalarında her zaman durum böyle değil, daha ciddi yarışma takvimleri ve ihtiyaç programları belirleniyor ve uygulama iradesi olan kurumlar tarafından açılabiliyor. Fakat kentsel tasarım yarışmalarının gerçekleşmesi, demin bahsettiğimiz bu çok disiplinli yapının bir sonucu olarak, tasarımın ötesinde birçok faktöre bağlı olabiliyor. En temel olarak mülkiyet sorunu, pek çok kentsel tasarım yarışmasının önünde engeldir. Genelde büyük alanlar olduğu içini hiçbir zaman tek mülkiyetli bir yapı olmaz. Ya da süreçler daha uzun olduğu için, idari yapın değişir ve yeni gelen idare projeyi sahiplenmez. Bir de, o kadar büyük iş yapma becerisi biz de çok gelişmiş durumda değil. Ama şunu söyleyebilirim, bizim şansımıza her ikinci olduğumuz yarışma uygulandı. Birkaç ikinciliğimiz var ve o yarışmaların birinci projeleri hep hayata geçirildi. Şimdi Diyarbakır yarışmasının ilk etabına başladık. Tabii 800 hektarlık bir alan aslında ama biz 2 hektarını yapıyoruz şu an, küçük de olsa bir ucundan başlandı en azından. Ama hiç uygulanamayanlar, yarışmalara olan inancı azaltıyor maalesef.
İA: Uygulanmayacak da olsa, bir yarışma açılmalı mıdır sizce?
DÇ: Tabii ki de, bu konuda hiçbir sıkıntı yok. Yarışmalar birer egzersizdir neticede. Ama niyet baştan belli olmalı. Bu yarışmayı açan kurum, sadece mimarlık ve tasarım ortamını zenginleştirmek için mi yoksa bir yapı elde emek için mi yarışmayı açıyor, bunun sinyali katılımcıya verilmeli. Çünkü yarışmalar, bizim mesleki pratiklerimizin hayatla buluşması için güzel fırsatlar. Yarışma bir binayı elde etmek ve mesleki anlamda deneyim kazanmak için tek yol değil, ama iyi bir yol.Yarışmalarla her zaman en iyi projelerin de elde edileceğini düşünmüyorum. Fakat yarışmalar, herkesin katılımına açık bir fikir belirtme, bir söz söyleme olanağı doğuruyor ve ben bunu çok değerli buluyorum.
İA: Bina elde etmenin en iyi yolu her zaman yarışma değildir dediniz, peki bizim bir yanda yürütmekte olduğumuz “Bütün Kamu Yapıları Yarışmayla Projelendirilsin” projemiz hakkında neler söyleyeceksiniz?
DÇ: Bence de kamu projeleri yarışmayla elde edilmelidir. Kamu yapısı ve kamusal alan, herkesin üzerinde söz söyleyebileceği bir alan olmalıdır. Kamusal aktörlerin de bunu sağlayacak yönde kararlar alması gerekmektedir. Yalnızca tasarımcıları kastetmiyorum, o tasarımı kullanacak insanlar da sürecin bir parçası olabilirler. Avrupa’nın da pek çok yerinde bu durum böyledir. Yılda yaklaşık 1000’e yakın yarışma açılır Avrupa’da. Böyle bir kıyaslama yapılınca bizim durumumuz biraz vahim kalıyor tabii. Bu nedenle ben kamu yapılarının yarışma ile elde edilmesine olumlu ve olması gereken bir durum olarak bakıyorum.
İA: Avrupa ile Türkiye’ye yarışmalar konusunda şöyle bir bakacak olursak, sayı dışında ne gibi farklılıklar gözlemleyebiliriz?
DÇ: Bazı ülkelerde, jüri üyeleri ile yarışmacılar, yarışma süreci başlamadan önce de bir toplantı yapıyorlar ve sorular cevaplanıyor. Bizdeki tek yönlü bilgi akışına alternatif olarak güzel bir uygulama olduğunu düşünüyorum. Bizde de soru cevap bu şekilde yapılsa, süreç de farklı işleyebilir. Bir de yine demin dediğimiz gibi raportörlük daha nitelikli ve daha disiplinli çalışıyor.
İA: Katıldığınız kolokyum süreçlerinden en verimli olduğunu düşündüğünüz hangisiydi?
DÇ: Edirne Kolokyumu bence iyi bir kolokyumdu. Sözünü sakınmadan herkes konuşabildi. Aksaklıları herkes gördü ve bütün bunlar konuşuldu. Kolokyumlar aslında bütün her şeyi gösteren aynalar, süreçte ne aksaklık varsa kolokyuma mutlaka yansıyor. Kolokyumda eğer hiç kimse soru sormuyorsa bu bile bir şeye işarettir. O yüzden kolokyumları problemleri çözmekten çok problemleri ifşa eden bir araç olarak görmek lazım. Şartname yazılmadan önce de bir kolokyum yapabilirsiniz. Aslında şartnamelerle de özel olarak ilgilenmek gerekiyor. Şartname, yarışmanın anayasası, jürinin konuya bakış açısını ve görüş ayrılıklarını yansıtan çok önemli bir madde. Aynı zamanda jürinin de en çok eleştiri aldığı konu. Bu nedenle şartnameler çok iyi hazırlanmalı.
İA: İyi hazırlanan bir şartname nasıl olur?
DÇ: İyi hazırlanmış şartname, jürinin konuya bakışını kafa karıştırmadan net olarak okuyabildiğiniz şartnamedir. Problem nasıl tarif edilmiş, nasıl ele alınmış ve neler bekleniyor? Eğer bu zincir iyi bir şekilde kurulabilirse yarışmacı da sıkıntı çekmiyor. Bir çok yarışmada eksik olan şey de bu iyi okunurluk meselesi. Ortada derdini çok iyi anlatan bir metin olmalı.
İA: Sanırım çok iyi hazırlanmış bir şartname ve bu şartnameyi çok iyi çalışmış bir jüri gerekiyor.
DÇ: Evet, şartnamedeki teknik dokümanlar dışında metnin jüri tarafından yazılmış olması gerekmektedir. Jüri projeleri seçeceği bakış açısını belirlemelidir. Bazen bu çerçeveyi bozacak, jürinin düşünemediği bir nokta yakalayan projeler de çıkabilir. Jürinin göremediği bir şeyi yarışmaya sunarak, yeni bir perspektifle kazanan projeler de vardır. Jürinin açık olarak birinci projeye teşekkür ettiği yarışmalar olmuştur. Örneğin 1992 Antalya Kalekapısı yarışmasında jüri birinci projeyi şartnamece belirlenmiş çerçevenin dışına çıktığı halde birinci seçmiş ve jüri raporu vasıtası ile bu seçimlerini ve rasyonelini çok net olarak ifade edebilmiştir. Bu durum şartnamenin kötü oluğu anlamına gelmez, böyle bir esneklik bırakmalıdır zaten. Böyle bir seçimi her jüri yapmaz, yapamaz. Kendi eksiğini kabul ederek birinciye teşekkür etmek jürinin de erdemini gösterir.
İA: Genç ve tecrübesiz ekiplere, yarışmalar konusunda nasıl bir çalışma önerirsiniz?
DÇ: Bunun tam bir formülü yok, herkes kendine uygun çalışma şeklini bulmak durumunda. Yarışmada proje alanını görmek de çok önemli bir durum. Proje alanını görmek ve orada vakit geçirmek, tasarımı yaparken birçok noktayı yakalamakta yardımcı olan bir durum. Ama en önemlisi özgür düşünmek, yarışmalarda bunu kullanmalarını öneririm. Kendilerini geliştirmek ve yeni bir söz söylemek için fırsatlarını değerlendirmelerinin önemli olduğunu söyleyebilirim. Yarışmayı kazanan projelerin aynı tarzlarda kemikleşmesini sevmiyorum ki son dönemde bu tür tipleşmelere rastlıyoruz. Bu durum, yarışmanın ufkunu daraltıyor ve kısıtlıyor. Bu yüzden yeni katılacak arkadaşların da özgün fikirlerini muhafaza ederek tasarımlarını geliştirmeleri gerektiğini düşünüyorum.