Lale Mansur ile AKM'den şehrin sorunlarına kadar pek çok konuyu konuştuk.
Lale Mansur Gezi Parkı olaylarının öncesinde de parkın AVM yapılmaması için verilen etkin mücadelenin içindeydi. Biz de kendisini bulmuşken AKM’nin durumu, şehrin sorunları, kentin yeşil ihtiyacı gibi bir çok soruyu sorduk. Her şeyin paraya endekslendiğini, insanlara nefes alacak yer bırakılmadığını belirten Mansur, AKM ile ilgili olarak: “AKM’nin ilk sorumlusu Kemalperest ruh” dedi. Söz Mansur’da!
Lale Mansur: Londra’da evimizin olduğu mahallede çok eski bir karakol var. Çok eski olduğu için karakol olarak kullanılmıyordu ve boş duruyordu. Bu karakolun dışında ve bahçesinde hiçbir değişiklik olmadan otel yapacaklardı. Bunun için tüm mahalleye yazı geldi. İtirazı olan varsa gelin itiraz edin dediler. Binada hiçbir değişiklik olmamasına rağmen bu yaklaşım içindeydiler.
Hiç, hiç yani hiç. Yaşadığım birçok yerde birçok değişiklik oldu. 15 sene Gümüşsuyu’nda yaşamıştım. Önümüzde bir Set Otel vardı. Normalde olması gereken kat sayısının üç kat üzerine çıktı. Bütün mahalleyle birlikte dava açtık, yıkım emri var fakat uygulanmıyor. Bunun tüm Türkiye’de birçok örneği var. Beyoğlu’nda yapılan AVM binasına bir bakın bir de yanındaki binaya bakın. Ben o binaya baktığım an benim suratıma tükürülüyormuş, bana küfrediliyormuş gibi hissediyorum. Ben her şeye rağmen burada istediğim gibi bina yaparım, yerin de bilmem kaç kat altına inerim der gibi. Bir de utanmadan duvarlarını çatlattığı Ağa Camii’nin restorasyonunu üstlenmiş falan da yazılar yazmış oraya. Bir insan Türkiye’de sadece rezil olamıyor. O bina onun en güzel örneği. Gökkafes de öyle. O kadar yüzsüzce örnekleri var ki.
Hiç, biliyorum. Çünkü Türkiye’de her zaman olduğu gibi seçim sürecine girildi. Bu ülkede seçim sürecinde konuşulanlar ile yapılanlar ne bugün ne de dün hiçbir zaman birbirini tutmadı. Dolayısıyla şuan söylenen her şey seçim için söyleniyor. Yakın çevremde birçok insan Başbakanın Gezi sürecini okuyamadığını düşünüyordu. Aradan iki üç ay geçti belki okudu ama öyle davranmadı. Fakat bütün AK Parti ve alt kademeleri deli gibi çalışmaya başladı. Bizim açımızdan başarısızlık olarak görünen bir şey oy açısından başarı olarak algılanıyor. Siyaset böyle bir şey. Çok üçüncü dünya ülkesi gibiyiz.
Fotoğraf: Can Erok
Şimdi bakın geçenlerde tanıdığım bir dönerci “Çok teşekkür ederiz. Başbakanımızın yanında duruyorsunuz” dedi. “Bunu nereden çıkardınız” dedim. Bakın bu barış için bir girişim. Ben barış için kendimi bildim bileli her türlü imzayı attım, her türlü gayreti gösterdim. Bu savaş dursun diye bir ilke. Bunun dışında iktidarla Gezi gibi başka birçok alanda olduğu gibi tam ters fikirlerim var. Bir vatandaşın bunu bu şekilde algılaması normal. Ama ordinaryüs profesörün de bu şekilde algılaması olmaz. Vatandaşı küçümsediğimden değil de çok çok entelektüellerin de böyle düşünmesi bu ülke de çok büyük bir bozukluk olduğunu gösteriyor. Zaten çok korkunç bir kutuplaşma da var.
Kutuplaşmayı çok tehlikeli buluyorum. Ben kendimi bildim bileli bu kutuplaşma var. Son 20 yılda arttı ama hep vardı. Kendini “laik” diye tanımlayan kesim var mesela. İçlerinden hiçbir grubun “Diyanet kapatılsın” dediğini duymadım. Bu ne biçim laiklik? Var mı böyle bir laiklik. Çok kültürlüler, herkese çok yukarıdan bakıyorlar da hani neredeler? Laiksen yapılacak çok şey var da; ortada yoklar. Şarap içecek, tango yapacak bunun adı laiklik olacak. Var mı böyle bir şey?
Ben Arnavutköy’de oturuyorum. Zorlu açıldığında artık hiç hareket edemez hale geleceğiz. Her şeyin paraya endekslenmesi gibi birçok mesele var. Şehir boğuluyor. İnsanlara nefes alacak alan bırakmıyorlar. Bunun dışında habire Türkiye’yi Avrupa ile kıyaslıyorlar, Avrupa’daki başka ülkelerle kıyaslıyorlar. Herhangi bir kıyaslama yaparken kendi gerçekliğini unutursan olmaz. Mesela İngiltere’de devlet operaya, tiyatroya, baleye ciddi destek veriyor. Sponsorluklar da var. Çıkıp “İngiltere’de bir tane devlet tiyatrosu var gerisi bilmem ne. Biz de öyle yapalım. O zaman biz de Ankara’da bir tane tutalım gerisini kapatalım” diyorlar. Kendisini onunla mukayese ediyorlar fakat oradaki kültür bir lüks değil bir ihtiyaç. Kitap okuyan, tiyatroya giden, sergileri dolaşan insan sayısıyla bizim ülkemizdeki bir mi? Şehircilik olsun kültür olsun işe gerçeklerimizi görmek ile başlamamız gerekiyor.
Ne kadar daha çok para kazanalım mantığıyla bakıyorlar her şeye. Kimseye yetmiyor. Ne halt edeceklerse paraları. Her AVM’de en lüks lokanta, en lüks markalar. Sanki her şey bizim içinmiş gibi algılanıyor. Ne kedi köpek ne kuş, ne ağaç hiç önemli değil. Bu anlayış bana çok ters her şeye saygısızız. Kendi parası, kendi çıkarı dışında bir şeye kafa yorulmuyor.
Durum berbat ama sanırım bu sistemle alakalı bir sorun. Sanırım sistemde bir bozukluk var. Mesela Lütfi Kırdar denen adam Dolmabahçe’de stadın karşısındaki köşede Saray Tiyatrosu’nu yıktırıyor. Ve umumi tuvalet yapılıyor. Bu kadar da şuursuz bir milletiz. Daha önce resmini görmüş, yandı falan diye düşünmüştüm; tesadüfen bir dergide gördüm.
Fotoğraf: Can Erok
2010’da AKM için çok güzel bir proje yapıldı. AKM’nin mimarının oğlu getirdi projeyi. İçinde çalışanlar karşı çıktı ve dava açtılar. Dediler ki buraya hiçbir şekilde dokunulamaz. Kemalperest ruh yaptı bunu. O kadar güzel bir projeye ilk darbeyi onlar vurdu. Bir kere opera, bale, tiyatro gibi birçok etkinliğin yapılamaması büyük sorun. Oraya abone bir sürü insan vardı, iyi prodüksiyonlar seyrediyorlardı. Eskiden beri kültür işleri laik kesimin elindeydi. Opera, bale, tiyatro falan onların elinde resmen çürüdü. Ben 14 yaşından 30 yaşına kadar AKM’nin içinde olduğum için biliyorum. Güzel hatırladığım bir Aydın Gün dönemi vardı. Adam her an orda. Her şey pırıl pırıl. Ayrılması da şöyle oldu: Bakan bir kadını solist yapmak istiyordu. Gün, “olamaz bu kadın koroda bile zor söylüyor” dedi. Yaparsın yapmazsın derken topladı tası tarağı gitti. Yerine gelen de “almadı da ne oldu, bak ben aldım ne değişti” dedi. Öyle çok şey değişti ki; hapı yuttu orası. Sorun bu değil konservatuarlar bitti. Yetişmiyor kimse. Eski bir kumaş olur da elleyince dökülür ya sistem o durumda.
Özellikle insanların yeniliğe karşı olması sorunların başında geliyor. AKM’ye karşı çıkarlarken diyorlar ki “Nasıl yani lokanta mı olacak, ne münasebet.” Onlara göre 1940 Ankara; ceketini ilikleyeceksiniz ve birazda korkarak gelip oturacaksınız. Yanlış bir yerde alkışlarsan yandın. Dikkat edeceksin, kim nerde alkışlıyor. Böyle bir fikirleri var. Dünyanın hiçbir yerinde böyle değil. Git Covent Garden’a lokantalar, barlar kitapçılar her türlü kültürel öğeler ön planda. Bir arkadaşınla buluşuyorsun, çay içiyorsun. Ya tiyatroya gidiyorsun ya bilmem nereye gidiyorsun. Yaşayan canlı bir yer olmalı mekan. Bunların kafa basmıyor. Ömürlerinde çok azı Scala’ya, Metropolitan operasına gitmiş. Tiyatrolar, operalar nasıl işliyor, yapı olarak nasıl, nasıl bir değişim geçirdi hiç haberleri yok. Aslında yıkınca bir daha yapmazlar endişesi olmasa en doğrusu yıkılıp daha yeniden inşa edilmesi.
Heryer birbirine benziyor. Tiyatroyla turnelerde Anadolu’yu çok gezdiğim için iyi biliyorum. İstanbul’da bile çekim için öyle yerlere giriyoruz ki “Burası İstanbul mu?” diyoruz. Her yere benziyor. İstanbul’da bile özel dokusu olmayan, hiçbir kişiliği olmayan yerler var. Buralar da kitapçı bile bulamazsınız. Bazı yerlerde insanlar sadece televizyon seyredebiliyorlar.