Projelerin teslim tarihi 1 Kasım 2013.
İstanbul’un tarihsel gelişimi içinde önemli sosyal, çevresel, kültürel ve siyasal bellek içinde yeri olan Taksim Gezisi bölgesi ve Türkiye’nin Meydanı konumundaki Taksim Meydanı son derece önemlidir.
İstanbul’un bu çok değerli bölgesinde neler yapılacağının kararlaştırılmasında şimdiye kadar olduğu gibi politik karar vericiler ile yatırımcı grupların olması; diğer kentsel aktörlere (kentliler, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, üniversiteler… ) yer verilmemesi, kendilerine sorulmadan, danışılmadan operasyonlara girişilmesi büyük haksızlıklara ve yanlışlara neden olmaktadır.
Toplumda demokrasi anlayışının yerleşmesi açısından son derece değerli olan eylemlerin yeni fikirler ve projelerle desteklenmesi gerekmektedir. Bu mimarların, mimar adaylarının mesleğe ve kendilerine karşı asli görevidir. Alternatifler üretmek, tartışmak, uygar ve aydın olmanın sorumluluğudur.
Bu görevin, öncelikle gençliğe ait olduğu ortadadır. Bu düşünceden hareketle İstanbul Serbest Mimarlar Derneği söz konusu alanla ilgili olarak eğitimini sürdürmekte olan Mimarlık Öğrencilerini tartışmaya, düşünce üretmeye ve bu süreçlerde etkin olarak rol almaya davet etmektedir. Bu bağlamda öğrenciler arasında bir fikir yarışması açmaya karar vermiştir.
Böylelikle, projenin tartışılmasının öneminin vurgulanması gerekmektedir.
Gezide yaşanan deneyimlerin ışığında İstanbul Serbest Mimarlar Derneği olarak açtığımız bu yarışmanın amacı ve beklentilerimiz bu park alanında ve çevresinde nelerin yapılabileceğini veya hangi nedenlerle yapılamayacağını tartışmaya açmaktır.
Hedef, kamusal alan ve mekân üretimidir.
Yarışmacılardan projenin tarafları konusunda modeller üretmeleri, bunlar arasındaki dengeleri tanımlamaları ayrıntılı hale getirmeleri ve ilişkilerle ilgili örüntüleri oluşturmaları beklenecektir. Bu bağlantıların gerçek ya da kurmaca olmalarına yarışmacılar karar vereceklerdir. Katılımcılardan beklenen üretilen fikirlerin bir fiziksel mekân kullanımı olduğu kadar siyasal kararlar alma, mekân üretme ve sosyal kullanım senaryosu oluşturma yönlerinin de bulunduğunu göstermeleridir.
İstanbul Serbest Mimarlar Derneği şu kavramlar üzerinde durmayı ve açılım yapmayı uygun ve yeterli bulmuştur:
A. Bölgesi ve Sahil Bağlantıları
Üst ölçekli senaryolar kapsamında;
Kentsel Açık Alan Strüktürü,
Gündelik yaşam odaklı yeni program önerileri,
Yaya ve araç erişim senaryoları geliştirilecektir.
Alanın topoğrafyası ile program arasındaki ilişkiye özellikle önem verilecektir.
Öneriler kesitlerle desteklenecektir.
B. Bölgesi (Taksim Gezi Parkı ve yakın çevresi)
Üst bölge senaryolarının alt alanda geliştirilmesi ve kentsel bellek açısından belirleyici bir vizyon sunulması öngörülmektedir.
Yarışmaya, Türkiye ve KKTC’deki Mimarlık Bölümlerinde ve Mimarlık programlarında kayıtlı olan tüm lisans ve yüksek lisans mimarlık öğrencileri katılabilir. Yarışmacı ekip içinde en az bir kişinin bu koşulları yerine getirmesi şartıyla, farklı disiplinlerden yükseköğrenim öğrencileri ile karma ekipler oluşturulabilir.
Yarışmaya katılım ücretsizdir.
Jüri Üyeleri
Yavuz Selim Sepin
Ayhan Usta
İpek Akpınar
Özgür Bingöl
Yılmaz Kuyumcu
Yedek Jüri Üyeleri
Gülay Usta
Abbas Hacıömeroğlu
Raportör
Dilek Safer
İletişim
İstanbul Serbest Mimarlar Derneği
Miralay Şefik Bey Sok. 13/2 Gümüşsuyu, İstanbul
Telefon: 0212 292 43 80
Faks: 0212 292 43 82
E-posta: sos@ismd.org.tr
Şartname ve ekleri İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin web sitesi www.ismd.org.tr‘de yer alan SOS İstanbul Öğrenci Yarışmaları bölümünden edinilebilir.
Yarışma alanını gösteren hava fotoğrafı
Yarışma alanına ait CAD ortamında hazırlanmış harita
İmparatorluk Başkentinden Cumhuriyet’in Modern kentine: Henri Prost’un İstanbul Planlaması (1936-1951), C.Bilsel ve P.Pinon (ed), İstanbul Araştırma Enstitüsü, 2010.
Osmanlı Başkenti’nden Küreselleşen İstanbul’a: Mimarlık ve Kent. Akpınar, İ.Y., ed., Osmanlı Bankası Konferansı, 15-16 ekim 2010, İTÜ Taşkışla
“Dosya: Taksim Meydanı Düzenlemesi”, Mimarlık Dergisi, Sayı: 364
“Aron Angel ile İstanbul, Prost ve Planları Üzerine Söyleşi”, Mimarlık Dergisi, Sayı: 285
Dergilerin Temmuz 2013 Gezi Sayıları
Öneriler, sert zemin üzerinde maksimum iki adet dik kullanılacak A0 Pafta üzerinde hazırlanacak ve basılı olarak teslim edilecektir.
Aynı pafta içerikleri CD formatında (300 dpi) teslim edilecektir.
Ölçek, sunum ve anlatım şekli serbesttir. Ancak, sunumlarda kentsel ve mimari çözüm önerilerinin kamuoyu tarafından anlaşılabilir, okunaklı bir mimari dil ile yapılması istenmektedir. Paftalar üzerinde yer alacak metinler dışında ayrıca yazılı açıklama raporu istenmemektedir.
Kimlik zarfı içerisinde lisans/yüksek lisans öğrencilerinden oluşan proje ekibi üyelerinin ad-soyadı ve iletişim bilgilerini içeren A4 boyutunda bir belge ve en az bir yarışmacının Türkiye ve KKTC’deki mimarlık bölümlerinde ve mimarlık programlarında lisans veya yüksek lisans öğrencisi olarak kayıtlı olduğunu gösteren eğitim kurumlarından alınmış öğrenci belgesi teslim edilecektir.
Şartname ve yarışmacılara verilen belgeler ile ilgili tüm sorular için iletişim platformu olarak sos@ismd.org.tr e-posta adresi kullanılacaktır.
27 Eylül 2013 Cuma tarihine kadar sos@ismd.org.tr’ye gönderilen sorular, cevaplarıyla birlikte 01 Ekim 2013 Salı günü www.ismd.org.tr web adresinde ana sayfasında yer alan SOS İstanbul Öğrenci Yarışmaları bölümünde yayınlanacaktır.
Dış etkenlerden zarar görmeyecek şekilde yarışma raportörlüğüne teslim edilecek A0 paftaların, kimlik zarflarının ve ambalajların sağ üst köşesine 5 (beş) rakamlı bir rumuz yazılacaktır.
Projeler 01 Kasım 2013 Cuma günü, saat 17.00’a kadar yarışma raportörlüğüne elden teslim edilebileceği gibi, aynı gün ve saatte teslim edilmek kaydı ile kargo ile de gönderilebilecektir. Kargo ile gönderilen projeler en geç 04 Kasım 2013 Pazartesi günü, saat 17.00’a kadar raportörlüğe ulaşmadığı takdirde değerlendirmeye alınmayacaktır.
1. Ödül 5000 TL (Beşbintürklirası)
2. Ödül 4000 TL (Dörtbintürklirası)
3. Ödül 3000 TL (Üçbintürklirası)
1. Mansiyon 2000 TL (İkibintürklirası)
2. Mansiyon 2000 TL (İkibintürklirası)
3. Mansiyon 2000 TL (İkibintürklirası)
4. Mansiyon 2000 TL (İkibintürklirası)
5. Mansiyon 2000 TL (İkibintürklirası)
Yarışma sonucunda, yarışmada birinci olan proje sahip/lerine özel ödül olarak ayrıca 3000 Euro (Üçbin) bedelli Interrail ile Avrupa Gezisi armağan edilecektir.
Yarışma Duyuru Tarihi 30 Temmuz 2013 Salı
Sorular İçin Son Tarih: 27 Eylül 2013 Cuma
Yanıtların Duyurulması: 01 Ekim 2013 Salı
Proje Teslimi: 01 Kasım 2013 Cuma
Jüri Toplantı Tarihi: 09 Kasım Cumartesi
Sonuçların Açıklanması: 13 Kasım Çarşamba
Sergi ve kolokyum yeri ve tarihi sonuçlarla birlikte ilan edilecektir.
52 yorum
Toplumumuza dayatılan İstanbul merkeziyetçiliği son bulmadıkça, Taksim’i geçtim, İstanbul’daki hiçbir proje’ye KATILMAYACAĞIM!
-Dış mihrak sanılabilecek kadar yanlış anlaşılan bir çapulcu.
Bu kadar güncel ve kanserli bir konuyla ilgili demokratik yaklaşımları vurgulayan bir yarışma açılması mı merkeziyetçilik? Yarışmayı açan kurumun İstanbul Serbest Mimarlar Derneği olmasını saymıyorum bile.
Sorun tasarim sorunu muydu yani? Bu kadar insan tasarimi begenmedigi icin mi oradaydi? Bu yarismanin birinci projesini uygulayalim derlerse sorunlar cozulecek mi? parkta yatan, orada çiçekler yerine bostan diken, orada kütüphane oluşturan, ve yaşamı şekillendiren, direnen insanların eylemleri aslında bize mimari tasarımla bunların olamayacağını öğretti. mimarların olmadığı bir mimarlığın kalitesini izledik hep beraber. bu direnişe saygı gösterelim lütfen.
İnsanların neden duygusal yaklaştığını anlayamadım. Taksim üzerine fikir üretilmesin mi? Dayatmacılığa hayır; fikir üretimi, paylaşımı ve eleştirisine evet diyorum ben. Gezi Parkı’nı ihmal etmemizi şuanda hükümet bize karşı kullanmıyor mu? Sahip çıkmayalım mı? Ayrıca burada yeni bir model üretilmesi istemiş. Sorun da, istenen şey de tasarım, estetik vs. değil yani.
Sn. Taybuğa Aybars Mamalı, fikirler üretildi direniş boyunca. (Bkz. konuyla ilgili yayınlanan bir sürü makaleye/dergiye) Orada çıkan ana fikir belli parkıma dokunma. meydanıoma dokunma. hükümet de dokunmasın, yerel yönetim de, partiler de, mimarlar da. konu yarışmaya gelince, direniş konusu bir yarışma konusu olabilir mi? para ödülü olan bir süreç bir fikir / eleştiri sürecimidir sizce? ayrıca bu bir fikir yarışması değil, fikir projesi yarışması ve özet olarak tasarım yarışmasıdır. oradaki sorun tasarım sorunu değil. insanların mekan üzerinde hegemonyasıdır. bu hegemonyanın ortayaçıkışında hep mimarlar devletler yanında yer alırlar. ilk kez bu direnişte bazı mimarlar insanların yanında yer alarak “dokunma”ma fikrine destek verdiler. insanların gündelik mekanda yaşama pratiklerini öğrenmeye/ desteklemeye çalıştılar. Bu süreci değerli kılan şeyler bunlar.
Sayın Hossein Sadri, bu yarışmanın “özet olarak tasarım yarışması” seviyesine indirgenmesine karşı çıkıyorum, aynı şekilde yarışma konusunun “direniş” olduğuna da. Verilen alan bir nesne olarak ele alınıp tasarlanmayacaktır. Bu bir fikir projesi yarışması, ve konusu da uzunca bir süredir kent belleğinde majör kırılmalar yaşanarak müdahele edilmiş, parçalanmış, buna rağmen kentin merkezi olma işlevini kaybetmemiş bir bölge hakkında fikir üretimidir. Totaliter bir kent planlamasına karşı, mimarlık öğrencilerine yönelik demokratik bir platformda fikir üretimi yapılacaktır. Açıkçası ilk yorumunuzda endişenizi tam kavrayamamışım, ikinci yorumunuzda daha iyi anladım, ancak hala bu bahsettiğim 1-2 yönden size karşı fikirlerim var ve bu yarışmanın olumsuz bir süreç olacağını da düşünmüyorum.
Sn. Taybuğa Aybars Mamalı, yorumlarınız için teşekkür ederim. Her kes düşünce üretebilir. İnsanları düşünmeye davet etmek güzel. Ancak dokunulmaza dokunmak üzere düşünce üretmeye teşvik edilemez. Düşünce yarışmayla üretilmez ayrıca. Forumlarda üretilir. Şu direniş sürecine bağlı hepimizin heyecanla takip ettiğimiz ve öğrenmeye çalıştığımız forumlarda. Orada kimseye ödül de verilmez. Kaldı ki maalesef tekrar ediyorum bunu bir tasarım konusu yapmak direnişe saygısızlıktır bence. Biraz da biz mimarlar iki adım geri atıp insanlardan öğrenmeye çalışsak diyorum sadece
Öğretici, çok güzel bir süreçten geçtik son 2 ayda, polis gölgesinde olsa da. Umarım bu demokrasi dalgası büyüyerek yayılır Sayın Hossein Sadri.
merhaba ben kenan güvenç..yarışmayı yeni haber aldım.çıkarılmış bu yarışmayı lütfen hemen iptal ediniz.çünkü bu yarışma tüm gezi ruhunun öne sürdüğü insani,politik,tabiata ve istanbula dair ne varsa onun üzerine mimar sekterliği ile pike yapıyor. çok az insan hariç mimarlar topluluğunun neredeyse tümünün, bu harika yaşamı ,daralta daralta mesleklerine indirgedikleri bir yaklaşıma hapsedip durmaları dünyayı mumyalaştırmıyor mu,mumyalaştırmadı mı? .. mimarların artık turşusu çıkmış düşük profilli dünya algılarınca ilan edilen bu yarışma , yarışma adı altında gezi ile beliren her türlü yeşermenin üzerine konma girişimidir..gezi üzerine konmanın eşlikçisi olmayacaklarını umduğum sn.sepin gibi ,sn.akpınar gibi zarif insanların da , sosyolojisi açısından yarışmanın topçu kışlasını inşa etmekten öte birşey olmayacağını idrak edeceklerini – fikir projesi olsa bile- yanılgıyı daha fazla sürdürdürmeyecekleri kanısındayım. sn.cemal saydam hocanın istanbul kanalı hakkında yazdığı o muazzam,delici metne bir bakın lütfen.herbirimizin,her ağacın,her su zerresinin ,hatta havadaki toz katrelerinin bile , yeryüzüne ait yaşam ölçeklerini nasıl katmanlaştırdığını, dallanıp budaklandırdığını, bu büyük serüvenin bu yüzden hiçbir mesleğin içine sığdırılamayacağını göreceksiniz. kanal istanbul yapılmaya kalkışılırsa SMD bu kez de alternatif kanal fikir yarışması mı açacak.?.21 dergisinin son sayısında sn.onat öktem’in , sn.hossein sadri’nin uyarısını dinleyin..bırakın hiçbir şey yapmasın mimarlar..mesleğin icabı olarak gördüğümüz hiçbi rşey yapmayalım .gezi parkı direnişi baştan beri insanın nesneleştirerek toplumsallaşmasına kaynak sağladığı boğulmuş bir dünyaya; yani sizlerin şimdi de fikirlerinizle kalabalıklaştırmaya kalkıştığınız bir dünyaya gezi insanlarınca yapılan bir reddiyedir..ben de onların yani redçilerin yanındayım..bu yarışmayla müdahillik heveslerinin direngezi ruhunu karbonlaştırmasına şahsen ve fikren izin vermeyeceğim. bütün platformlarda fikren sizlerle uğraşacağımı deklare ediyorum…
`Tasarım Camiasının Kaygan Zemini: Yarışmalar`güzel bir yazi…
http://rktr.co/14DWn1l
1)”Kolaycı, slogancı yaklaşımlardan uzak, yapıcı çözümler ve dinamikler gözeten öneriler geliştirilmesi”
ne demek oluyor?
2)Genç bakışların kent için düşünme ve vizyon geliştirme yetisinin geliştirilmesi,
ne demek oluyor?
Kent üzerine düşünme yetisi sadece mimarlara ait bir yeti mi? Taksim in kamusal alarak kullanımı hep mimarların kontrolünde gerçekleşmiş gibi davranıyorsunuz. Her şeyi kontrol edebileceğinizi sanıyorsunuz sahip olduğunuz anlamsız etiketlerle. Sizin o kent için düşünme yetisini ölçmeye ve geliştirmeye kalkıştıgınız gençler zaten orada o anda kamusal alanı sürekli olarak değişen zeminlerde kurdular,dönüştürdüler,tasarladılar…Hem de hiç siz mimarlara,uzmanlara danışmadan… Asla mimarların ya da iktidar sahiplerinin ele geçiremeyecekleri şekilde yaptılar bunu. Siz hala kamusal alanın binalarla,düzenlemelerle vs… tasarlanabileceği iddasındasınız. Anlaşılan o ki, politik karar vericiler ile yatırımcı gruplara siz bir çekilin derken; taksim meydanının sahibi olan halkın her kesiminden insana; -ki bu oradaki eylemci de olabilir,yoldan öylesine geçen bir adam da- ‘siz evde oturun biz sizin için hayatlarınızı korur, sahip çıkar, sizin yerinize neşelenir,sizin yerinize üzülürüz’ diyerek iktidarınızı hatırlatıyorsunuz. Tabi gençlerin zihinlerini,vizyonlarını geliştirebileceğinize duyduğunuz güven de, iktidarınızı tekrar tekrar dile getirmenin iyi bir yolu.Böyle bir misyonu nasıl olur da, ne tür bir özgüvenle üstlenirsiniz anlamış değilim doğrusu…
selam. bu projeyi ben de inceledim.. mimar değilim. iyiki de değilmişim. her şeyi kendi nüfuzuna geçirmek isteyen ve ruh duygusundan yoksun, ‘olayları’ anlama kabiliyetinden yoksun bir mimar olmak istemezdim doğrusu genel tablo itibariyle bakarsam. siz mimar adını taşırken değil birey adını taşırken bahsettiğiniz alanlarda söz sahibi olabilirsiniz. Aksi takdirde son zamanlarda direnen insanlara da, bu mücadelede can veren insanlara da çok büyük haksızlıklar yapan mimarlar olarak ortada gezinirsiniz. slogancı yaklaşıma evet. ben mimarım söz sahibi benim geri çekilin diktasına hayır. sosyarışmasına hayr.
Yarışmanın yapılmasını sağlayan kontrol güçlerinin dikkate alması gereken bazı noktalar var; Kenan Güvenç’in 2011 yılında incelediği ‘Tahrir Meydanı’ örneği bugun taksim için ne kadar tanıdık geliyor.
Kenan Güvenç – 18.02.2011 – GAU | Friday Seminars
İLAÇLAR OLDUĞU İÇİN HASTALIKLAR VAR..
Bütün bu yapılanlar, ister ideolojik olsun ister kültürel bir kalıbın içine sokulursa sokulsun; hepsinin tek bir amacı var; insanın toplumsal hayat tarafından kontrolünü sağlamak. Hepsi kontrol güçlerini bunların. Marksist de olsanız, varoluşçu da olsanız farketmiyor. Sonuçta mekan ve zaman adına öne sürdükleri herşey toplumsal hayatın kişi üzerindeki kontrolünün yeniden üretilmesine dönük bir amaç haline geliyor.
Bazı boşluklar vardır mekanın ve zamanın tasarlanmasında dikkate alınmayan mesela;
– instabilite (istikrarsızlık)
– çözülme (bir şeyin oluşmasından ziyade kendi bileşenlerinden başka bir şeye doğru çözümlenmesi)
– karşıtını doğurma
– dönüşümlü ölçeklerde bulunma
– açık hava : özgürlük
Tahrir örneğinde gördüğümüz gibi sadece şehrin içinde bırakılmış bir boşluk var ve o boşluğun kendisi açık hava olduğu için o şekilde özgürce kullanılmasına rahatlık sağlıyor.
Mekansal olanın yani kontrol edilen mekanın içi ile başlıyor. Temizlik ve hijyen duygusuyla başlıyor, dolayısıyla temizlik ve hijyen duygularının terk edilmesiyle beraber bizim özgürleşme alanlarımız başlıyor.
Hangi entellektüel kesimden olursak olalım, ÜSTLENMEYELİM, ORAYI YAPTIK demeyelim. Bizim (Mimarların) aslında yapabildiğimiz hiçbir şey yok aslında. Sadece kontrol edici güçlerin yanında mısınız? Değilmisiniz? Böyle bir tartışma mümkündür benim için…
Sn. Bilge Can neden karşı çıktığımı size başka bir deyişle tekrar yazmak istedim. 1) Gezi direnişine katıldığınızda orada bir kolektif ruhun hakim olduğunu görmüşsünüzdür. Ortaya bir sürü düşünce konulur, bazısı daha fazla kabul görerek uygulanır, denenir, eleştirilir, geliştirilir ve olgunlaştırılır ve yaşatılır. Oradaki kütüphane fikri gibi, super market gibi, anıt gibi, bostan gibi mekanların oluşması kolektif bir sürecin bir parçası olur. Mimari tasarım yarışmasında bu kolektiflik yoktur. Bir kişinin topluma direttiği fikir vardır. Bu nedenle herkese ait olan mekanların dönüşümü kolektif bir düşünme/gerçekleştirme süreciyle mümkün. Mimarlık eğitiminde bizim ülkelerde en eksik kalan yön budur. “ben merkezli” bir eğitim modeli var. karar veren mimar oluyor. halbuki örneğin gezideki bostanda nasıl bir ziraat mühendisi gelip de teknik bilgisiyle düşünceyi olgunlaştırabiliyorsa, bir mimar da aynen bu şekilde kolektif ortaya çıkan düşüncelere katkı yapabilir. bunun dünyada çok güzel örnekleri var. (Spatial Agency kitabı ve webstiesinde yayınlanan birçok örnek bu sıfatları içeriyor).
2) fikirler yarışarak değil birbirine katkı koyarak gelişir. bunun muhteşem örneği gezi olayı sonrasınd aoluşan forumlardı. katıldıysanız biliyorsunuzki orada nasıl farklı düşünceler birbirini besler, geliştirir. çünkü oradaki düşünme de kolektif bir eylemdir. Sistemin bize dayattığı ve hayatımızı sömürdüğü en insanlık dışı etkisi bu yarışma ruhu değil midir? bizim birlikte olmamızı engelleyen şey bu değil midir? dünyanın kirlenmesine, çevrelerimizin yok olmasına, tüm doğal kaynakların tüketilmesine sebep olan şey yarışma değil midir? Yarışma düşüncesinin karşısında ise dayanışma geliyor. gezi de de olduğu gibi. gezideki bostan bir dayanışma mekanıydı. bu nedenle de hiç “bir mimar” onu gerçekleştiremez.
3)geceleri gezide yatan, direnen, gaz yiyen, ölen, hapse atılan bir sürü insanın var ettiği yeni bir kavramdır gezi parkı. sizin de dediğiniz gibi direniş öncesindeki park değil. orada emkleriyle, acılarıyla, göz yaşlarıyla binlerce kişinin (yeniden)var ettikleri bu mekanın üzerinde bu insanların hepsinin çok ciddi hakkı vardır. Hayatınızda bir çiçeğe bakmış olan bir insan bunu çok iyi kavrar. Baktığınız çiçeği size sormadan budasalar, saksısını, yerini veya toprağını değiştirseler, isteyerek veya istemeden ona zarar verseler, siz dersinizki ya bana niye sormadan bunu yaptınız. bu insanları dahil etmeden, kolektif bir süreç olmadan orayı sadece biz bize oturup düşünmek bir saygısızlık olur bu nedenle. Önce biz kendimiz gezi parkını yeniden var eden insanlara ve anılarına saygı göstermeliyiz. biz saygı göstermezsek bunu devletten, yerel yönetimden veya başkasından bekleyemeyiz.
saygılar
Hossein Sadri
bilge can: ben üstüne alınması gereken insanlara bir atıfta bulunmuştum haklı olarak. Evet mimarsız toplum olmaz ama şu anda mimarlar toplumu yani bireyleri düşünmeden gereksiz yarışmalar organize ediyorlar. bunun nedeni zaten ‘iyi ki mimarım lan’ düşüncesi.. iyi ki mimar değilim diyorum ben de… mimarlık bir kontrol amacı güdüyorsa iyi ki mimar değilim diyorum. fikir üretmenin mimarlık egosuyla ilişkisi ne için fikir ürettiğine bağlı olarak değişir. ulan biz taksime ne yapalım diye fikir üretirsen o noktada sen olmak istemediğim mimarlardansın. tabiiki benim derdim bu değil bu bir parçası. mimarları da çok iyi tanırım doğduğumdan beri annem GÜLNUR ÖZDAĞLAR. babam KENAN GÜVENÇ olduğundan tanıdığım çoğu kişi de mimardır ve mimarlığın nasıl bir şey olduğunu bilirim. Bu yarışmada herkes mimardır ama sanki kimse tasarımcı değildir. Bazı kaynaklar önerilmiş. Bu yarışmada bir tasarım fikri mi isteniliyor yoksa bilgi dağarcığı mı isteniyor belli değil. kamu yararını ön planda tutmak gibi bir gaye olamaz. zaten tutmak zorundasın. insanların yaşayamayacağı bir ev yapabilir misin.. veya kapısından girilmeyecek bir belediye binası? kamu yararını ön planda tutmayı hatırlatmak gezi direnişi.. gezi direnişi ‘bu benim’ i hatırlatır. kişi olduğumuzu hatırlatır verilen eğitimlerin aksine.. mimar olarak değil ben bir bireyim kamunun ta kendisiyim diye düşünmeyi gerektirir. yukardan kamuyu halkı dürbünle izler gibi onlar üzerinde a bölgesi b bölgesi diye gruplara ayırırp kroki gözüyle istanbula karışmamayı gerektirir direniş ruhu..bu ruhtan nasibini almamış ve hala mimarlıkla iktidar gücü oluşturmak isteyen iyiki mimarım ben şuraya bir el atym demek isteyen kişilerce düzenlenmiş sos yarışmalarından istanbulu kurtarmak da biz ‘ben ‘ olduğunu unutmayan insanların görevidir. asıl biz bu yarışmaları düzenleyen insanlara karşı bir sos istanbul örgütlenmesi yapmak zorundayız. ve burada açıkcası güzel olan tek şey ödül. interrail.. bence mimarların bir interrail yapıp dünyanın içine karışmaları lazım…. teşekkürler. yg.
‘Hedef, kamusal alan ve mekân üretimidir. ‘
dostum aylin çankaya’nın da belirttiği gibi mimar kim oluyorda kamusal alan yaratıyor. zaten orada bir kamusal alan var. o ben sen o.. bu yarışma derhal iptal edilmeli fakat herkes interrail e çıkmalıdır.
İki ay boyunca “parkıma dokunma”, “meydanıma dokunma” diyen insanların içinde, yanında yer alan mimarların, ‘dokunmanın alternatif biçimlerini’ arayan bir yarışmayı, fikir yarışması dahi olsa, desteklemesi mümkün olamaz. Mesele bu kadar basit.
Mimar herşeyden önce halktan birisidir, meslek kimlik olamaz. Ancak mimarın toplumda bir yeri ve bir görevi olduğunu da unutmamak gerekir. Kolektiflik konusunda tek diyebileceğim şey, belki de 1. 2. ödül vs. olmasındansa eşdeğer ödüller daha anlamlı olabilir. Teşekkürler.
Ağzınıza fikrinize sağlık Kenan Güvenç, Hossein Sadri, Aylin Çankaya, Didem Kılıçkıran ve tabi ki Yağmur… tabi ki burada elitist, bilen-insan yüce mimarın kendine bir dur demesi ve önce insanım sonra mimar demeyi öğrenmesi gerekiyor… Buradaki genç ve hevesli mimar arkadaşların içinin kaynamasını gayet iyi anlıyorum ama şunu görmek gerek ki Gezi Parkı Direnişi’nin başarısı kendine mimarlığı alet eden bir tahakküm girişimine mimarSIZlığı ile haddini bildirebilmesiydi… değerli mimar adayı Bilge Can “‘parkıma dokunma’ devlete karşı, topçu kışlasına karşı olduğunda anlamlıydı, fakat oraya insanların talebine uygun bir şey yapılacak dahi olsa “dokunma” demek, var olanı muhafaza edelimci bir anlayıştan öteye gitmez ve yaratıcılığın da önüne geçer” derken aslında cevabı da veriyor; insanların talebi… bu laf önemli.. mimarların kendi taleplerini insanların talebi gibi görme gafletine düşmemeleri gerek.. aynı iktidarın kendi isteklerini halkın da isteği görmeleri gibi bir gaflet olur bu.. insanlar ne istediklerini canları pahasına gösterdiler… bunu doğru okumalı, sakin okumalı; orada yayılıp kitap okumayı müzik dinlemeyi istiyorlar ve oranın buna engel bir hali yok… hele buradaki hassasiyeti unutmamalı, kurnazca bekleyip oraya başka birşey görünümünde bir AVM çakmayı bekleyen, bunun için hala üst mahkemelerde uğraşan bir ekiple karşı karşıyayız… bu ortamda mücadeleyi onların zeminine çekip, kışla-AVM değil ama kulube yaptık dedirtecek bir ortam yaratmamak önemli… biraz hassasiyet.. dikkat çekilen nokta budur… Saygılar selamlar…
Mimarın kendi talebini insanın talebi gibi görmesi elbette ki gaflet olur. Benim kastettiğim de bu değildi zaten. Mimarın kendi talebi diye bir şey olmamalı bana kalırsa da. Çok karmaşık değil söylemek istediğim şey, mimar sadece “toplumu anlamalı” ve bilgileriyle rehberlik etmeli. Ben de direnişin içinden bir insan olarak bunları söylüyorum. Halkın taleplerinden farklı taleplerim de yok. Buraya yorum yazan birçok insanın ne tip kaygılar içinde olduklarını anlıyorum ama bence atladıkları birkaç nokta var ki onları da elimden geldiğince anlatmaya çalıştım. Fakat tartışma anlamsız bir şekilde tıkanıyor ve benzer düşüncedeki insanlar birbirlerini alkışlayıp, farklı düşüneni anlamak yerine sadece sloganvari cümleler üretiyor. Bu yüzden uzatmamak gerekir. Elbette mimar önce insanım diyecek. Demiyor da değil hani… Fakat mimarları toplumun beklentilerine yönelik projeler üretmekten, halkın taleplerini karşılayacak fikirler tasarlamaktan men edersek; “biz zaten buraya ne olması gerektiğini halk olarak düşündük,kitaplık da yaptık size ihtiyaç kalmadı” dersek ya da “orası zaten böyle de kitap okumaya müsait, daha güzelini, daha anlamlısını yapmayalım” dersek mimarlar ne yapacak? toplum olarak toplumcu mimarlara bile “siz burnunuzu sokmayın” dersek bu yanlış bir tutum olur. Bir fikir yarışmasının kimseye bir şey dayatmak olmayacağını düşünüyorum. Belki de insanların talep edebileceklerinden de daha fazlasını onlara sunabiliriz. Taksim Meydanı’nın devrimci tarihi daha ön plana çıkarılabilir vs. Mimar rehberlik etmelidir ve edecektir. Etmesin demek kendi alanıyla ilgili sahip olduğu bilgi birikimi de kamu yararına kullanılabilecekken, çürüyüp gitsin demektir.
Meslek odalarımıza, meslegimize, yaptıgımız işe saygısı olmayan bir hükümetin kontrolünde gerçekleşen gezi parkı çalışmalarından sonra oraya bir proje sunmak oldukça komiktir. Çünkü şuan gerçekleşen olay kişiyi, insanı ve insani deger yargıları bir kenara bırakılarak tamamen rant amaçlı yapılan bir projenin hayata geçirilip, geçirilmeyecegi kavgasıdır. Bu kavgada biz mimarlarında yok edilecek park için bir fikri var demek komiktir. Tarihe böyle düşmek ister misiniz siz bilmem.
Düşünün tarih kitaplarında 50 yıl sonra şu yazılacak.
” Kişisel hak ve çıkarları için mücadele eden bir toplumun oldugu 2013 yılında Türkiye kargaşa devam etmekteydi. Durumun anlamını kavrayamayan mimarlar odası ise park için yeni tasarım fikirleri sunmakla meşguldü.”
mimarlar odası ve mimarlarla ilgili kısım bu kadar olacak işte,
Toplumsal hassasiyetlerin farkında olmayan bir meslek grubu.
Oldukça rahatsız edici tarihi bir not olurdu dimi.
Oluşturacağınız fikirde parkı yok etmek zorunda değilsiniz anlaşılamayan şey de bu herhalde. Fikir üretmek parkı yok etmekle eşdeğer sanılıyor. Bence komik olan bu. Burada mesele sürekli şuna indirgeniyor; ” devlet dokunamadı haydi biz dokunalım. parkı biz yok edelim. dokunmanın alternatif biçimlerini bulalım.” bir mimar eğer kendine mimarım diyorsa şu saatten sonra orasıyla ilgili üreteceği fikirde elbette ki parka ve tarihsel verilere saygı gösterecektir. burada biz olaya el atalım devlet dokunamadı hadi biz dokunalım değildir diye düşünüyorum. kaldı ki dokunulsa bile bir mimarın dokunması da rant amaçlı hükümetin dokunması gibi olmayacaktır. mimar olanların bunu iyi bilmesi gerekir. durumun anlamını kavrayamamış olsak direnişin içerisinde de bulunmazdık…
Sayın bilge… Her konuda müthiş yaratıcılığımızın olması müthiş fikirlerimizin olması gerekmiyor maalesef. Çünkü bazen fikirler eylemlerden daha tehlikelidir. Her fikre açık olsaydık biri lunapark yapardı taksime diğeri avm yapardı ( yapıyordu da dur dedik allahtan) gayet güzel yaratıcı avm kışla fikirleri vardı sayın akpli beylerin. İyi ki muhafazakarız da engelledik. Eğer senin fikrin, başkalarının yaşam alanlarına karışıyorsa, tepki vermek zorundayız. Fikrin kendisi taksimi yok etmeyebilir fakat zihniyeti orayı kontrol amaçlıysa ki bu yarışma tamamen bununla alakalıdır, istanbulu yok etmekten farkı kalmaz. Mimarların dokunması hükümetin dokunması gibi olmayacaktır demişsin.bir de tarihsel verilere saygı gösterilcektir demişsin. kışla fikri de tarihe saygı gösterek bir fikirdi. önemli olan tarih değil tarihle süregelen ‘şu an’. sen taksimin şu an’ına saldırırsan bu yarışma gibi akp diktasından farkın kalmaz. ayrıca akp diktaları da kendi kafalarına göre inşa etmiceklerdi akpli bir mimar bulacaklar elbet kışlayı restitüsyonu-replikası bir mimarla yapılır. Şimdi oraya kışla görünümlü avm yapmayı engelledik daha yeni gezi olayları çıktı sürüyor bu yarışma kalmış gelmiş yeni bir şey öneriyor akp gibi. Yeni fikirlerin hepsine karşı değilim. O yeni fikrin kimi nasıl etkilediğine ne olduğuna göre değişir bu. O halde, topçu kışlası yeni fikrine karşı olduğu için tüm gezi direnişçileri muhafazakardır. Bunu da iddia ediyorsan tamam… Burada seninle tartışıyorum fakat muhattabım direk sen değilsin yanlış anlama. Ben ilk başka olduğu gibi bu yarışmanın kendisine karşıyım. Bilge Can, eğer vaktini ayırıp şu yazıyı okursan çok sevinirim : http://rktr.co/15cTr1T burada sy 50 onat öktemin küçük bir yazısı var.. eğer okursan benim gibi düşünmenin o kadar da kötü olmadığını görebilirsin. Çünkü sanırım ben iyi anlatamıyorum bunu…
ayrıca şunu da belirtmek istiyorum. Haritalardan incelememe durumunun duygusallıkla hiç bir alakası yok. Taksime orda yaşayanlardan biri gibi bakmalıyız, dürbünle yeryüzünü inceleyen iktidar tanrı olarak değil. Yoksa yaptıklarımız kontrole dönüşür. Akp gibi.. Murat Çetin’in de ifade ettiği gibi, eğer yeryüzünde taksimin içindeyiz, bir kişi olarak oradayız gibi bakmazsak o yaşama alanının bir parçası olamayız ve sonuç olarak da bu tür yarışmaları ortaya çıkarırız. Ben haritaya bakarak duygusallığı yok etmiyorum, ben haritaya bakarak o yerde yaşadığımı unutuyorum ve orayı kontrole odaklanıyorum. demek istediğim buydu. sizin ifade ettiğiniz gibi ‘o kadar da duygusal olmamak ‘ meselesi değildi.
İlk yorum’daki sert üslubum için özür dilerim, ama bu eylemlerin İstanbul’da bir park’ta başlaması bir yana, Süper Lig’teki 3 büyüklerin İstanbullu olması, 3. Köprü’nün Çanakkale’ye yapılmaması, İstanbul dışında bir yerden ulusal yayın yapan kanalların bulunmaması gibi etkenlere karşı hiçkimsenin karşı çıkmak bir yana duyarsız kalması’nı, Türkiye için ne yazık ki Kürdistan tehdidi’nden daha kötü görmekteyim.
Yoksa ’39 Erzincan şahidi bir baba tarafı ile Yörük bir anne tarafı’ndan gelmekteyim. Türk veya Anadolu karması demek size kalmış.
ne kadar tepeden baktıkları açık diye bir anlamı siz çıkardınız. ben öyle demediğimi söyledim. benim dediğim şey bir mimar olarak akpnin yaptığının aynısı yapılıyor şu anda. eğer duygusallık gerekiyorsa o da olmalı. rant amaçlı olsun olmasın.bu kontrol fikrine dayalıdır. hadi bakalım biz mimarlar şurayı bir gözden geçirelim diye oraya proje falan yapamazsın. elimizdekiyle yetinme meselesi değil.o halde bu projede kazanan fikir uygulansın sonra elimizdekiyle yetinmeyelim muhafazakar değiliz diye bir yarışma daha çıkaralım onu da yapalım. sonra bir tane daha…. ne güzel. ayrıca akp ile mimarlar zıt insanlar değildir. akpli olan mimar da var olmayan da.. bu yarışmaya cevap verecek profil ne olursa olsun… mimarlar akpden daha üstün insanlar değil onların taksim için yeni projeleri kabul edilebilir olsun. diyorum ki…bir mimar gözüyle değil, orada yaşayanlardan biri gibi bakmalıyız. haritada görünenden çok daha ötesi bir etki alanına sahiptir.üstelik şu an istanbuldan bahsediyoruz. türkiyenin ağırlık merkezinden… akpnin oraya yapmak istediği projeler ile mimarların projesi arasında bir fark yok. ben orda yaşayanlardan biriyim ve akpnin projelerini istemediğim için gezi olaylarına karıştım. ve ben senin ‘mimarlar’ olarak da projeni istemiyorum aynı şekilde ve şu andan itibaren bir imza kampanyası başlatıyorum.
sen bir mimar değil bir kişi olduğunu farkına vararak yaşadığın alanda söz sahibi olabilirsin. daha ötesi veya daha gerisi değilsin!
eğer mimar olarak söz sahibi olman gerekiyorsa ya boş bir arsada ya da oldukça sorunlu bir yapıda söz sahibi olursun bilge’cim. aynı bunu demeye çalıştım. çünkü yaşayanlar olarak taksim üstünde yeni bir fikir istemiyoruz. şu an da yeni bir mimari proje gerektirecek bir sorun yok kamu ve halk olarak bunu düşünüyoruz. bunu düşündüğümüz halde hayır kamunun yararına yeni bir şey yapacağız derseniz akpden bu yüzden farkınız kalmaz mimarlar olaraktan. fazla sert olduğumun farkındayım. çünkü böyle davranmak zorunda kaldım. bence burada ikimizin arasındaki tartışma daha çok sürmesin çünkü yarışmaya olan tepkinin etkisi düşüyor. başlatılması ‘muhtemel’ olan imza kampanyasında imza vererek veya vermeyerek daha politik bir şekilde düşüncelerimizi yansıtmış oluruz. teşekkür ederim çok.
XXIden cevap olarak absürd fikirler yarışması.. ama Çamlıca cami yarışmasına karşı açılan absürd yarışmaya rağmen Absürd ötesi bir caminin inşa edilmekte olduğunu da hatırlayalım…
http://rktr.co/18R08FG
Merhaba, tartışmaları okuyunca ben de kendimce birkaç şey söylemek istedim. Bana kalırsa bunun bir “fikir” yarışması olduğu sürekli gözden kaçırılıyor. Mimarlık öğrencilerinin Taksim bölgesi ile ilgili, kamu yararı ve halkın hassasiyetleri gözetilerek yapabileceği “gerçekte uygulanmayacak” bir projenin bile, AKP’nin yaptıklarıyla bir tutulmasının başka bir açıklaması olamaz. Başından beri eylemlere, forumlara katılmış ve hatta eylemlerde ayağına gaz fişeği yemiş birisiyim. Bunu özellikle belirtmek çok saçma; ama direnişin ne için yapıldığını, insanların ne için sokağa çıktığını gayet iyi bildiğimi düşünüyorum. Buna rağmen böyle bir yarışmanın mimarlık öğrencilerine çok şey katabileceğine inanıyorum. Gezi Parkı direnişi mimarlar başta olmak üzere herkese çok şey öğretti. Bu yarışma biraz da, halkın öğrettiklerinin ne kadarını, mimarların öğrendiğini görmeyi sağlayacaktır bence. Bu yaşananlardan sonra Gezi Parkı’nı ortadan kaldıran, ilgili bölgeye alakasız yapılar vs. konduran veya parka/meydana “yersiz” müdahalelerde bulunan herhangi bir projenin yarışmada bir yere gelebileceğini şahsen zannetmiyorum. “Yersiz”den kastım da, subjektif bir “yerli/yersiz” değerlendirmesi değil. Direnişin, yaşananların, halkın mücadelesinin ruhuna uygun olacak bir “yerli/yersiz” ayrımı.
Burada yarışmaya katılmayı düşünenlere “Ben senin projeni de istemiyorum!” demek pek anlamlı görünmüyor, çünkü bu zaten hayata geçirilecek bir proje değil. Sadece mimarlık öğrencilerine önemli şeyler katabilecek, toplumsal dinamikleri ne kadar göz önünde tutabildiklerini ortaya serebilecek bir yarışmadan söz ediyoruz. “Biz kamu ve halk olarak böyle böyle düşünüyoruz” demenin de pek doğru olduğunu sanmıyorum. Çünkü bu yarışmayı düzenleyenler, katılmayı düşünenler veya yarışma hakkında sizin gibi düşünmeyen insanlar da kamunun, halkın dışında değil. Kamu adına konuşmak veya “halk bunu istiyor” diyerek kendi fikrini dayatmak en çok AKP’lilerin yaptığı şey. İmza kampanyası düzenlemek daha demokratik bir yöntem olur. Ancak ben hala ortada bu kadar tepki verilecek bir durum olduğunu zannetmiyorum.
Sn. Didem Kılıçkıran, yarışmayı “dokunmanın alternatif biçimlerini aramak” olarak değerlendirmiş. Eğer gerçekten öyle olsaydı “Parkıma dokunma!” diye sokağa çıkan insanlardan hiçbiri bu yarışmaya katılmayı düşünmezdi. Büyük bir toplumsal mücadele ortaya kondu, ölenler oldu, yaralananlar, tutuklananlar… Hepimiz bunların çok iyi farkındayız, hiçbirini de unutmayacağız. Ancak eylemlere katılmış ve tasarlayacağı projede kamu yararını, gerekli hassasiyetleri gözeteceğini ısrarla belirten birisinin yarışmaya katılmayı düşünmesini “AKP’den bir farkın yok” diye eleştirmek de büyük bir haksızlık. Bu kadar hararetle karşı çıkmak ve imza kampanyası düzenlemek için yarışmanın sonuçlarını beklemek belki daha mantıklı olabilir.
Fikirlerinin önüne set çekilmesi gereken kişiler bölgenin taşıdığı toplumsal önemin, değerin farkında olanlar değil. Bu önemi, değeri, doğayı, tarihi ve kültürel dokuyu talan etmek isteyenler… Ve bu talan projelerini uygulayacak “gücü” elinde bulunduranlar. Uygulanmayacak fikirler tasarlayan sıradan öğrenciler değil. İkisi arasında ayrım yapabilmek çok ama çok önemli.
Ayrıca Topçu Kışlası kesinlikle tarihe saygı gösterecek bir fikir değildi. Zira orada Topçu Kışlası’ndan önce Ermeni mezarlığı vardı. Tarihe saygı göstermek, orada bulunan en eski yapıyı oraya geri kazandırmaktan ibaret olsaydı bile, oraya Topçu Kışlası yapılması “tarihe saygı göstermek” olmayacaktı. “Taksim’e orada yaşayanlardan biri gibi bakmalıyız” demişsiniz, çok haklısınız. Benim bildiğim kadarıyla mimarlar sıradan bir ev tasarlarken bile “orada yaşayan biri gibi” bakmaya çalışır zaten. Mimarın bakışını, orada yaşayan insanın bakışından bu kadar kopuk tahayyül etmemeliyiz. Aksi takdirde mimarların “mesleklerinin doğası gereği” toplumla asla bütünleşemeyecek insanlar olduğu düşüncesine kapılırız. Bu da bize hiçbir şey kazandırmaz.
Teşekkürler…
Seda Can, elbette bu bir fikir yarışması. Dedikleriniz çok mantıklı. Fakat burada ” mimarlık öğrencilerine önemli şeyler katabilecek, toplumsal dinamikleri ne kadar göz önünde tutabildiklerini ortaya serebilecek bir yarışma” derken bile neden bu yarışmaya karşı çıktığımı hatırlatıyorsunuz. Mimarlık öğrencilerine bu etkisel alanı geniş olan yerleri toplumsal dinamiklere göre nasıl kontrol edebileceklerini zaten kimse öğretemez. ve yanlış bir düşüncedir bence. toplumsal dinamikleri göz önünde tutarak baştan bir mekanizma kuramazlar. gezi olaylarına katılmadınız demiyorum. hiç katılmasanız da olur kişisel seçiminize asla bir şey diyemem bekçilik yapamam. fakat bu tarz yarışmalara elbette bir şey diyebilirim. öğrencilere ‘uzaktan neyi nasıl değerlendirebildiklerini’ değil neyin nasıl parçası olabilecekleri anlatılmalıdır. Bu yarışma bu kötü müfredatların başka bir yüzüdür.
Taksim’de kapalı kapılar ardında gerçekleştirilen süreç, Uğur Tanyeli’nin deyimiyle “histiografik” bir sorun. Binaları yeniden yaparak geçmiş yeniden inşa edilemez. Geçmişin sorunsuz olduğu sorunlu bir duruş. Walter Benjamin’in de belirttiği gibi aslında estetizasyon “totaliter bir tavır”. demiş sayın ipek akpınar.
bu estetizasyon totaliter bir tavırdır. ve bu estetizasyon bir de mimarlık öğrencileri tarafından düşünülsün bakalım diyen bu yarışma totaliter tavırın alasıdır!
taksim’e dokunmanın alternatif biçimleri de alternatif olmayan biçimleri gibidir. topçu kışlasından önce ermeni mezarlığı olduğu.. (redhack’i hepimiz takip ediyoruz sanırım.:)) akp sadece kendi işine geleni sembolik açılardan yapmak istiyor olabilir. ve bunu halk kabul etmedi.. mimarların yaptığı rant amacı olmayan fikirleri de belki halk kabul etmeyecek ne malum.. ikisi de kontrolcü….
Eylemlere katıldığımı belirttim, çünkü sıklıkla direnişin ne için yapıldığı öğretiliyor/hatırlatılıyor. “Biz halkız ve bunu istemiyoruz” diyerek eyleme katılan fakat yarışma hakkında daha farklı düşünenler sanki halktan değilmiş gibi bir tutum sergileniyor. Yarışmaya karşı çıkabilirsiniz, bunda bir sorun yok. Ben bazı ayrımların yeterince net bir şekilde yapılamadığına, bazı noktaların ısrarla gözardı edildiğine dikkat çekmek istedim. Bence de uzaktan değerlendirmek yerine, onun parçası olmak daha önemli. Bu da sadece mimarlar için geçerli değil. Köşe yazarları veya -özellikle sosyal bilimler alanındaki- akademisyenler için de aynısını söyleyebiliriz. Oturduğun yerden konuyla ilgili ahkam kesmek yerine, olayın bizzat içinde yer almak gerekir.
Fakat ben bu yarışmaya katılmanın “uzaktan ahkam kesmek” olacağını peşin peşin düşünmüyorum. Öyle olup olmadığına karar vermek için tasarlanan projeleri, üretilen fikirleri görmek gerekir. Keşke her üniversitede, her bölümde güncel toplumsal meseleler ele alınsa, bunlar üzerine fikir üretimi teşvik edilse. Öğrenciler toplumsal sorunlardan kopuk bir şekilde öğrenim görmeseler… Bence bir mimarlık öğrencisinin boş arazide rastgele bir ev tasarlamaktansa; Taksim’de tarihi ve kültürel değerleri, yeşil alanları koruyacak hayali bir proje tasarlaması, böyle önemli bir konu için kendince kafa yorması; hem onun adına, hem de mimarlık adına çok daha verimli bir süreç olacaktır. Fikirlerden kimseye zarar gelmez, bu fikirler yeni tahakküm ve rant yolları arayan iktidarın fikirleri değilse eğer…
Israrla ve hala bunun bir “fikir” yarışması olduğunu görmezden geliyorsunuz. “Mimarların yaptığı rant amacı olmayan fikirleri de belki halk kabul etmeyecek ne malum..” ifadeniz de bunu açığa vuruyor. Halkın onayına sunulacak ve hayata geçirilecek bir şey çıkmayacak bu yarışmadan benim bildiğim kadarıyla. O yüzden herhangi bir kontrolcülükten söz etmek de anlamsız. Fikir tasarlamak totaliterlik değildir. Tasarlanan fikir uygulanacak ve Taksim bölgesi bu yarışmada birinci olan projeye göre “estetize” edilecek olsaydı belki haklı olabilirdiniz.
Ama bu şekilde boşa tartışıyoruz. Size kolaylıklar dilerim.
Bugün ‘fikirler’ böyle yönlendirilse, yarın fikirler kadar masum olmayacak başka bir akp zihniyetiyle daha karşı karşıya olacağız. ‘yapılan projeler hayali değil gerçek olsa belki haklı olurdunuz’ demişsiniz. bugün düşünülür yarın neticelenir bundan kuşkum yok 🙂
Ahtapota ayakkabı tasarlamak : SMD Gezi Parkı Öğrenci Fikir Yarışması..!
Anlaşılan ‘Gezi’, parkta durduğu gibi durmayacak.Bundan sonra birbirine iyice dolanmış bulunan ,katılaşıp ,bulunduğu yere çöreklenen kaynaşık statüler de ister istemez çözünecek…direngezinin Gezi’si politik yanı şüphesiz salt AKP ye dönük değil, özellikle aileden başlayarak üniversiteye , korkularımızdan başlayıp, bedenlerimizi siyasi iktidarın temsilcilerine rehin vermeye kadar uzanan, gündelik hayatın çok daha geniş bir baskılama spektrumuna yayılıyor.Başbakan dahi hala Gezi’nin yayıldığı mekanın olası derinliğini merak etmekte.. yani durum sayın Okan Bayülgen’in dediği gibi değil; insanlar bir yaz akşamı ‘hava da çok güzel yahu! ..hadi!..’ diye sokaklara çıkmadılar, sokaklarda öldürülmediler.. Gezi kendiliğinden bir kıpırdanmaydı ve apolitik bir nedene yaslı başladı.Ama ülke sosyolojisine öyle şeyler yükledi ki bundan sonraki süreç bu şarjın maddileşmeleri olarak ve öngörülemeyecek ilişkilenme tarzlarına dönüşe dönüşe devam edecektir.
direngezinin Gezi’si bir kısım marjinal grupların da katıldığı kitlesel protesto değildir. Gezi zaten tüm aktörleriyle birlikte marjinal kitlesel protestodur, marjinal kalacaktır. Duran Adam marjinal biri değildir midir? Normallik maskesi altındaki sinsi otoriteryanizm’i ancak marjinal ‘yani sınır tutan uç’un farketmesi mümkündür. Kişisel olarak otoriteryanizmi gündelik olağan hayatın akışlarının kurumsallaştırılması girişimi olarak görmekteyim. Otoriteryanizm baskıyı önce örgütleyip sonra onu öznesiz bırakarak, baskıcıyı saydamlaştırmanın-gözden ırak tutmanın formudur. Ama basit bir ilişki diyalektiktiğidir; her baskı aynı anda ihlalini de örgütler.bir çok baskı formu gibi otoriteryanizmin panzehiri de hemen her tarihsel dönemde aynı şekilde , aniden belirmiş spontane statü ihlalleridir.Gezi salt tepki değildir elbette çünkü Yeni’dir, ama başlangıcı tepkiye dayalı,sonuçları itibariyle çözünmesi ise ülkenin uzun yıllarını alacağı spontane bir harekettir.bu düştüğüm birinci not olsun..
Cumhuriyet tarihi boyunca mimar; sosyo-tarihsel olarak , mesleki varlığını hep devlet otoriteryanizm’inin silik bir temsilcisi olarak ve statükoda var etmiştir..1930’lar sonu ve 40’lar başındaki İstanbul-Ankara güç çatışmalarından1 , mimarlar odasının ulusal mimarlık politikaları adı altında birkaç yıl öncesine dek körüklediği loncacı totaliter bakışa kadar mimarın mesleki profili tarihi çok ama çok tartışmalı pozisyon alışlarla doludur. Organize olduğu her ortamda toplumsal olarak mesleki meşruiyetinden-toplumun tüm kesimlerinin gönül rızasını almasından- mimar kişi sürekli kuşku duymuştur. Hep ortamdan şikayet etmiş ama ortamın her hangi bir ögesinin en küçük gelişme arzusunu da baştan yok etmeye programlı davranmıştır.-Mesela 1996/1998 arası Mimarlar Odası Genel Merkezinin Mimarlık Dergisinin editörlüğünü Murat Uluğ ile birlikte yaparken Oda Üyeleri yayımladığımız dergilere olan tepkilerini, Oda tarihinde görülmemiş bir şekilde yayın komitesi aleyhine 1000 den fazla imza toplayarak dile getirmişlerdi. _Sizce 2005 te Kongre Vadisi yarışmasının birinci projesinin uygulanması bizzat zamanın Mimarlar Odası yönetimince-jürinin ısrarına rağmen- önlenmeseydi bugünlerde Taksime Topçu Kışlası yaparak ağaçların köküne kibrit suyu ekme cüreti gösterilebilir miydi?..Meşruiyetsizlik kıvrandırıcı bir derttir.Çünkü bir alanda meşru olmak ; ancak siz içsel bir güce sahipseniz , temasta oldunuz toplumsal katmanları ilgili olduğunuz alandan kapsayabilmenize dairdir..Sorun her gündeme geldiğinde ,mimarlar kendilerine, kendinden menkul izole bir alan açıp bunun içine doluşarak, toplumsal meşruiyet sorunundan sıyrılmaya uğraşmışlardır. SMD de mimarların ülke ölçeğindeki meşruiyetsizlik sürecinin yan etkilerinden biri olarak kurulmuştur. Dolayısıyla tüm meslekçi bakış açıları gibi SMD de tam tersi olması gerektiği halde , hayatı mimarlığın peşine takarak, hayatı mimarlığa adapte ederek, mimarın tarihsel olarak koşullanmış zihinsel araçlarını şablonize ederek kendine izole bir yer açabileceğini sanmaktadır.Mimarlığın bir gayrimenkul olarak maddileşebilmesi için sahip olması gereken olmazsa olmaz tek bir şey vardır; yaşamın hareketlendiği alanları kontrol edilebilir referanslara indirgemek… meslekçilik-profesyonalizm- ancak ve ancak hayatın o çok değerli spontane ,rastlantısal,anlık hallerini budaya budaya bu indirgenmiş-yoksullaştırılmış hayat posasına hükmedebilir…Robert Pirsig; hem Zen ve Motorsiklet Bakım Sanatında, hem de Lila’da ; bir alandaki daha düşük bir düzeyin kendisinden daha gelişkin başka bir düzeyi şekillendirmeye kalkıştığında –örneğin sosyal düzeydeki bir oluşumun entelektüel düzeyde bir oluşumu-şiddet dolu, yok edici bir güç edineceğini söyler durur.SMD Yarışması ve Gezi Parkı eylemlilikleri!…Bu düştüğüm ikinci not olsun..
Yarışmanın öğrencilere dönük fikir yarışması olduğu söylenip ne var bunda ! deniliyor…çok tuhaf!..Sn.Aylin Çankaya’nın tam yerinde saptaması gibi :’’ ..Bu yarışma içeriği itibariyle; mimarlık öğrencileri üzerinde mimarların iktidarlarının yeniden üretimi girişimidir’’.Niçin verildiği anlaşılmaz yararlanılabilecek kaynaklarından-niçin’ini tabii ki biliyorum ama bunu ben bile söyleyemem- , alanın mekansal büyüklük tanımlarına ,problemin tarifinden ,oradan ödüllere dek bir inceleyin metni.. Okullu insanlara_bazıları direngeziciler!_ ileride büyüklerine layık mimarlar olması için nasıl düşünmeleri gerektiği, akıl yürütme araçlarının neler olabileceği, probleme nasıl bakılması gerektiği baştan söylenmiyor mu allahaşkına bu şartnamede..?.Sanki tanıdık biri var gibi geldi etrafta..öte yandan fikir yarışmaları bina vs. uygulama yarışmalarından çok daha güçlü yaptırımlara sahiptir. Çünkü müdahil kişi fikir yarışmalarında dış koşulları eleyebilir, askıya alabilir, yeni koşulları mevcutmuş gibi önerebilir ve bu gücüyle sorunun olası tüm imgelemlerine gerçekleştirdiği imgeyle bir hafıza nakli yapar.işte bu yarışmanın bir başka sorunu da budur: benim ve sayısız insanın yan yana gelerek,sadece ama sadece eylemlerini ve başka insanlarla bir araya gelişlerini, sadece şimdi ve burada! yla her an yeniden Gezi’nin imgelemi kılmak isteyenlerin imgelemlerini , toplumsal bir hizip- ki burada SMD oluyor- işgal edilmiş zihinlerin önceden tanımlanmış ‘işleriyle’ işgale kalkışıyor.bu düştüğüm üçüncü not..
Dördüncü ve son notum; kentlilerin çevre konusunda 20. ve taze 21 yüzyıldaki kalkışmalarına bir göz atın hemen hepsi Topçu Kışlası gibi_ fikrende olsa _‘’binalar yapılmasın!’’ diyedir..Siz hiç şehirlerine Müze, Konser, Salonu, Vilayet, Hidroelektrik Santralı, Büyük Kanal yapılsın diye insanların kalkışmalarda bulunduğunu duydunuz mu?..Uygarlık az binayla yüksek hayatlar sürdürmektir.
Birinci notumun getirdiği; Gezi eylemlilikleri gibi spontane süreçler, Kaos teorileri içinden bir fizik kavramıyla değinecek olursam ne yönde gelişeceği bilinemeyen dissipatif -dağılcıl-yapılardır ,içlerinde olağanüstü güzellikte fraktal desenler barındırırlar.Bu süreçlerin mimar zihniyle temsil edilebileceğini sanmak abesle iştigaldir..Niyetiniz ne olursa olsun otoriteryanizmin bir kolu bu abesle iştigallerden türüyor.
İkinci notumun getirdiği; SMD ve direngezi! nin yarattığı Gezi Parkı aynı toplumsal fazın odakları değildir., SMD eğer TV kumandası ise, direngezi!nin Gezi’si kumanda içindeki kalem pildir.Kumanda ile pili çalıştırmaya kalkışıyorsunuz. Had aşımında israr etmeyiniz.
Üçüncü notum şunu söylüyor; Meslekçi mimarlar!.. Okullu insanların zihinlerini o çizimi kuvvetli ellerinizle karıştırmayınız..
Bahsetmediğim bir son not; Sn.Cemal Saydam hocamızın önayak olduğu İstanbul Kanal Projesinin yapımının iptali için hep beraber bir şeyler yapalım..
Ben söyledim diye değil yanlış bir adım atıldı diye bu yarışmayı iptal edip orantısız zekalılara-mimarlık öğrencisi ya da değil- bir yer açınız; mesela buraya nasıl bir yarışma açalım? yarışması ! açılsın….benim SMD ye bu türden yarışma için bir önerim var; ‘Duran Adam’ Sn.Erdem Gündüz için -beni bağışlasın- Taksim de bir yerlerde bir durma noktası ve bakacağı objeyi tasarlayın sevgili insanlar. Ne saçma değil mi?..Aynı ahtapota ayakkabı tasarlamak gibi!..
Lütfen yarışmanızı geri çekiniz. Sakıncalarla dolu bir yarışma bu..
( 1) Yapı Kredi Bankası Yayınlarının Ankara kitabındaki ‘Örtük bir Çatışma Şüphesi’ makalemde mimari proje yarışmalarında Türkiye’deki mimarların tavır ve davranışlarının genetiğinin ipuçları mevcut sanırım
Mimarlar ve kent üzerinde sesini duyurmak isteyen akademisyenler her zaman olduğu gibi, fırsatları değerlendirip kişisel, mimarca mastürbasyon haline geçtiler bile, üstelik henüz sürecin içinde yaşıyor olmamıza rağmen. Mimar ve genç bir akademisyen olarak, yine her zaman hemen hemen her konuda olduğu gibi, olaylar etraflıca değerlendiril(e)meden ani çıkışlar yaşama zamanına gelinmesine karşı çıkmamak elde değil. Bu yarışma bir yana, diğer bir taraftan Taksim için bir Gezi heykelinden bahsedilmeye de başlandı bile (http://rktr.co/17qa3Pw). Tarihte, böyle olaylar sonucu, bu olaylara tanıklık etmiş mekanlarda bu tür temsiliyet meselesi ile ilgili birçok yaklaşımın varlığından elbetteki bahsetmek mümkün. Gezi Parkı ve Gezi olayları için de normal şartlar altında olunsaydı bir heykelin yapılması kabul edilebilir birşey olarak değerlendirilebilirdi düşüncesindeyim, hele hele bu derece siyasi bir hafızaya sahip Taksim Meydanı için. Ancak ve ancak kentin belleğinde zaten dün de siyasi bir nitelikle var olmuş Gezi de (İnönü zamanı), bugün bambaşka bir ruhla siyasi bir direnişin yaşandığı unutuluyor ve bu aşamada somutlaşma/nesnelleşme kaygıları gibi eski tip düşünceler, Gezi Ruhunun yanında fazlasıyla yüzeysel kalıyor. Bugün mücadelesi verilen ‘koruma’ mücadelesini zayıflatan çıkışlardan da öteye geçemiyor.
Tıpkı Gezi eylemindeki eylemcilerin tutumu gibi, dil ve uslup meselesi önemli bir yerde olduğu kadar, Gezi Ruhuna saygı icabı zamanlama meselesinin bir hayli önemli olduğu atlanılmamalı. Şu an içinde bulunulan durumun, mimarlık meselesinin çok ötesinde bir sosyal ve siyasi hale büründüğü, ve yaşanılan her olayın bir mimarlık problemine dönüştürülmesinin, akademisyenler tarafından o hep eleştirilen mimarın kendine biçtiği rollere bürünmüş olmalarına dikkat çekmek gerekir. Mümkünse Taksim’e artık hiçbir şey yapılmasın! Hele hele yarışma yolu ile. Zaman direnme zamanı, zaman düşünce ve beden ile var olma zamanıdır…
budur 🙂 taksim üzerinde yapılan her türlü yaratıcı ve yaratıcı olmayan fikre, projeye hayır! 🙂 ” bu durumda mimarların görevi hiç bir şey yapmamaktır ”
Bir de bu posterdeki tanklar neye alamettir acaba…?!!!
Yarışmanın iptali için açılan imza kampanyasına 1.dk ayıralım lütfen;
http://rktr.co/16kBXNK%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1-iptal-edilmelidir
http://rktr.co/1b4rlpr%C4%B1%C5%9Fmas%C4%B1-iptal-edilmelidir
Yarışmanın iptali için imza kampanyası başlattık. Linki paylaşamıyoruz yorum kısmından change.org adresinden ulaşabilirsiniz. Teşekkürler
Katharine Bristol, The Pruitt-Igoe Myth (Pruitt-Igoe Miti) başlıklı yazısında, Pruitt-Igoe sosyal konutlarının yıkımında mimari tasarımın rolünün mimarlık çevreleri tarafından ne kadar abartıldığından bahsetmektedir. Amerika’nın St. Louis kentinde yapımı 1954 yılında tamamlanan, ve 1976 yılında da tümüyle yıkılan bu sosyal konut projesinin ölümünün, yüksek Modernizmin başarısızlığı ile özdeşleştirilmesini bir “mit” olarak değerlendirir Bristol. Ona göre, mimari tasarım problemi, Amerika’nın 2. Dünya savaşı sonrası yanlış konut üretimi politikaları, yerel ekonomik kriz, sınıfsal baskı gibi toplumu derinden etkileyen problemlerden sonra belki de listenin sonunda yer almaktadır. Bristol, dönemin mimarlık dergilerinin mimari tasarımı ön plana çıkartarak, mimarlığı ve mimarlık mesleğini toplumun sorunlarının olası sebebi (ve de çözümü) olarak görmeleriyle, mesleğin otoritesini sağlamlaştırmaya çalıştıklarını iddia eder.
Aşağıdaki paragraf, bu makaleden alınmıştır.
“Pruitt-Igoe mitinin yükselişinin izlerini takip ederken gördüğümüz üzere, mimarlar, [projenin] ölümünde projenin genel tasarımının başlıca önemine sürekli vurgu yapmaktadır. Bu yorum, St. Louis sosyal konut programına özgü olan daha büyük ölçekteki problemleri yadsımaktadır. Kusurlu politikalar, yerel ekonomideki kriz, ya da sınıfsal baskı ve ırkçılık problemleri yerine mimarlığa daha büyük bir önem atfederek, [Pruitt-Igoe] miti, mimarların kararlarını şekillendiren bağlamsal faktörleri örtbas etmekte ve sosyal konut programlarının başarı ya da başarısızlığında mimarlara merkezi bir rol inşa etmektedir. Mimarı, yoksullar için sosyal konut üretme konusunda yetkili bir otorite pozisyonuna oturtur.”
Bu paragrafın S.O.S yarışmasına uyarlanmış hali aşağıdaki gibi olabilir. Tarih tekerrür ediyor gibi …
S.O.S. istanbul yarışmasının ortaya çıkışını izlerken gördüğümüz üzere, mimarlar gezi parkının geleceği için mimari tasarımın başlıca önemine vurgu yapmaktalar. Mimarların bu yorumu, AKP’nin tüm ülke mekanını rant alanına çevirme programına özgü olan daha büyük ölçekteki problemleri yadsımaktadır. Kusurlu politikalar, ekonomik kriz, sınıfsal baskı ve ırkçılık problemleri yerine mimarlığa daha büyük bir önem atfederek, S.O.S. İstanbul yarışması, mimarların kararlarını şekillendiren bağlamsal faktörleri örtbas etmekte ve kamusal alanların üretimi-kullanımındaki başarı ya da başarısızlıkta mimarlara merkezi bir rol inşa etmektedir. Mimarı, tüm ülke halkları için kamusal alan üretme konusunda yetkili bir otorite pozisyonuna oturtur.
Bristol’ün makalesinin orijinali için: http://rktr.co/16stR7C
Benim anlayamadığım bu konuda söz söylemek için bir yarışmaya neden ihtiyaç duyulduğu veya bir yarışma açılacaksa yönteminin bu mu olması gerektiği. Herkesin bildiği üzere jüri subjektifdir ve bu konuda görüşleri doğrultusunda karar alacaktır. Doğal olarak çıkan sonucun da belli fikirleri temsil edeceğini rahatça öngörebilirsiniz. Burada jüri olmasının sebeplerinden biri de ne yazık ki yarışma sonuçlarının kontrol edilmesiyle ilgilidir. Bu sebeple yarışmalarda jüri seçimi her dönem en büyük tartışma konularından biri olmuştur. Burada Topçu Kışlası’nın yapılması da bir grup mimar tarafından en uygun çözüm olarak görüldüğü gibi yarışmanın sonucunda çıkacak sonuçlar da belki benim de içinde bulunduğum başka bir grup tarafından en iyi çözüm olarak kabul edilecektir. Fakat o zaman topçu kışlası yapılmasının neden reddedildiğini bir daha sorgulamak gerekmiyor mu? O değil de bunu yapalım demenin nasıl bir çözüm sunduğunu da anlamakta güçlük çekiyorum. Buradaki sorunun gerçekten bu olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Kent içi yeşil alanlar üzerine bağlamdan bağımsız bir yarışma açmak ve gelecekte parkların nasıl olması gerektiğine dair fikirlerin geliştirildiği bir yöntem izlemek yerine birincilik, ikincilik, üçüncülük ödüllerinin olduğu jürisinin bir kurum tarafından belirlendiği bir yarışmanın parçası olmakla ne kazanılması hedefleniyor. Birçok kent için ilerde belki de aynı kaderi paylaşacak alanlar için şimdiden fikirler geliştirmek yerine bu süreçten rol kapmaya çalışan birçok aktörün olduğu bir ortamda kötü kurgulanmış bir yarışma üzerinden fikir geliştirmek ne kadar doğru onu da düşünmek gerekmiyor mu?
Bu alanda nasıl bir yarışma açılması bile yarışma konusu iken sadece fikir yarışması denilerek savunulan bu yarışmaya katılanların beklentisi bir aferin ya da bir ödül değil ise bu konuda fikir geliştirmek için bir yarışmanın açılmasını bekleyen kişilerin samimiyetinden şüphe edilmesinin gayet normal olduğunu da anlamaları gerekir. Bu konuda fikir geliştirmek için bir yarışma açılmasını beklemeyen Herkes için Mimarlık tarafından hazırlanan çalışma iyi bir örnek teşkil edebilir. http://rktr.co/1ekV8tN
Bu yarışmaya isteyen girer isteyen girmez diye bakmak ise bana çok doğru gelmiyor ne yazık ki. Sonuçlarının ister istemez tüm mimarları temsil edeceğini düşündüğüm bu yarışmanın karşısında başka bir kurum tarafından açılacak bir avm fikir yarışmasına hangi argümanla karşı çıkılacağını da merak ediyorum. Bu yarışmayı nasıl olsa uygulanmayacak sadece fikir toplanıyor denilerek destekleyenlerin, jürisi önceden belirlenmiş ilerde açılabilecek böyle bir yarışma karşısında nasıl bir pozisyon alacağı da ciddi bir tartışma konusu.
Yarışmalar kurumunu da zedeleyecek bu tip yarışmaların sadece taksim özelinde değil mimarlık ve yarışmalar adına ne kadar sıkıntılı olduğunu da görmemizde fayda var. Yarışmaların bir meşrulaştırma aracı olarak kullanıldığının da örneklerini gördüğümüz bir dönemde böyle bir yarışmayı desteklemek ne kadar doğru anlamakta güçlük çekiyorum.
Yarışmaların fikir ve proje geliştirmekte en önemli yöntemlerden biri olduğunu kabul etmekle beraber aslında o kadar da masum olmadığını belirtmekte sakınca görmüyorum ve Kristian Kreiner’in bir söylemini de paylaşmak istiyorum.
“There is a tendency that competitions often become reduced to a matter of finding elegant or efficient solutions on problems predefined by others, normally people in power.” Kristian Kreiner
“Yarışmaların, genellikle gücü elinde bulunduran kişilerce belirlenmiş problemler üzerine sadece zarif ve etkili çözümler geliştirilmesine indirgenmesi gibi bir eğilim vardır.”
Eğer yarışma şartnamesinde yer alan şu cümle sizi rahatsız etmiyorsa gönül rahatlığıyla bu yarışmaya girebilirsiniz.
“İstanbul Serbest Mimarlar Derneği şu kavramlar üzerinde durmayı ve açılım yapmayı uygun ve yeterli bulmuştur:”
Saygılar,
Onat Oktem
Gezi Parkı ve Taksim Meydanı ile ilgili bir şey yapılması gerekiyor mu, yapılacaksa ne yapılmalı ve nasıl yapılmalı bunların forumlarda tartışılıp karar verilmesi gereken konular olduğunu düşünüyorum. Örneğin, neden bu yarışmanın jürisi sadece mimarlardan oluşuyor? Neden tüm İstanbullulara açık bir forum-jüri olamıyor? Bunun nedeni sanırım, tüm zihinsel dünyamıza sirayet etmiş bulunan otoriter ve hiyerarşik yaşam algımız. Kendiliğinden oluşan, kendi yaşamsal organizmalarını kuran, mekanı ve çeşitli toplumsal ilişki biçimlerini yeniden örgütleyen ve birbirimizi fark etmemizi sağlayan canlı bir süreci, Gezi ruhunu, mimari ifade dili ile ifade edilmiş bir tasarım projesi ile tek bir anda dondurmaya çalışmak, bu canlı sürece tahammül edemediğimizi, onu derhal “mimari ifade dili” ve “tasarım” ile kalıba sokmaya ve ehlileştirmeye çalıştığımızı göstermiyor mu? Bu, Gezi sürecinde ağır bedeller ödenerek elde edilen kazanımları elimizin tersiyle bir kenara itmek olmuyor mu?
Diğer bir sorun da, yarışmanın hem başlığında hem de beklentilerde yer alan alternatif sözcüğü. Yarışma, alternatif fikirler üretmek için ortaya konmuş bir yarışma. Bunun da sorgulanması gerekiyor diye düşünüyorum. Bu alternatif düşünceler, hangi normatif varlıkların ve süreçlerin alternatifi olacak? Neyin norm, neyin bu norma karşı alternatif olduğunu kim, hangi değer yargılarıyla tanımlayacak*? Alternatif üretmek, normlara bir karşı çıkış ise, karşı çıktığımız normatif kalıpların araçlarını ve iletişim dilini normatif bir biçimde kullanarak (tasarım, yarışma, proje gibi kavramlar) normatif olanı güçlendirmeye ve yeniden üretmeye başladığımızın farkında mıyız acaba? Yarışmayı organize edenler, haklı olarak, “İstanbul’un bu çok değerli bölgesinde neler yapılacağının kararlaştırılmasında şimdiye kadar olduğu gibi politik karar vericiler ile yatırımcı grupların olması; diğer kentsel aktörlere (kentliler, meslek kuruluşları, sivil toplum örgütleri, üniversiteler… ) yer verilmemesi, kendilerine sorulmadan, danışılmadan operasyonlara girişilmesi”ni problem olarak görüyorlar. Ve buna karşı da alternatifler üretmenin “aydın” olmanın bir sorumluluğu olduğunu öne sürüyorlar. Ancak yarışma, “tasarım / proje , yarışma / ödül” gibi bizim adımıza karar vermelerine karşı çıktığımız “yatırımcı grupların ve politik karar vericilerin” araçlarını kullanarak, ve de Gezi sürecinin en büyük kazanımı sayılabilecek diğer kentsel aktörleri dışlayarak (mesela forumları) daha başından kendini alternatif üretmeye çalıştığı şey her neyse ona teslim etmiş olmuyor mu?
Her ne kadar yarışmanın amaç ve beklentilerinde “Gezi’de yaşanan deneyimlerin ışığında” bu yarışma fikrinin ortaya çıktığı öne sürülüyor olsa da, yukarıdaki nedenlerden dolayı yarışmanın bu haliyle (Gezi süreci boyunca edinilmiş kazanımların dışında bir yerde durarak, ve oradan söylemler üreterek) kendini Gezi’nin karşısında konumlandırdığı endişesi içindeyim. Umarım yarışma, Gezi ruhuna bir alternatif değildir.
Gezi ışığının hepimizi aydınlatması dileğiyle.
senem z. sadri
* Alternatif (ve alternatif mimarlık pratikleri) ile ilgili daha detaylı bilgi için: Nishat Awan, Tatjana Schneider & Jeremy Till, “Spatial Agency: Other Ways of Doing Architecture”, Routledge, 2011.
Yeni Defter’deki Tasarlanmamış Toplum üzerine bir Zizek yorumundan….
Tasarlanmamış Toplum / Mimari Paralaks Üzerine
Zizek, mimari paralaks metninde sınırlardan ve sınır aralarından, tanımlardan ve tanımların aralarında sıkşmış olandan, çatlaklardan ve ötekilerden bahsediyor. Zizek, mekansal üretimdeki sınıflandırmanın, birebir toplumun sınıflandırması olduğunu söylüyor. Gözalıcı sanat ve kültür merkezleriyle toplumdaki elit kesim, kendiliğinden oluşmuş gecekondu bölgeleriyle kentin dışlanmışları ve tüm arada kalan alalade binalarla (apartmanlar, işmerkezleri vs.) arada kalan orta sınıf halk. Tasarlanarak üretilmeyen apartmanlarda yaşayan, tasarlanmamış orta sınıf halk. Zaero Polo’nun bahsettiği, kentin bu steril, özel güvenlikli, havalandırma sistemli kapalı sitelerine ya da göz alıcı binalarına sahip olan gizli örgütlerin hiçbirine mensup olamamış, üretilmemiş, üretim artığı olarak kalmış orta sınıf. Kültür endüstrisinin dinamikleriyle üretilmiş olan, giysisiyle,gittiği mekanlarla, bulunduğu ortamlar, katıldıkları etkinliklerle, okudukları kitaplarla, bir arada bulundukları insanlarla, gösteri toplumu için üretilmiş, tasarlanmış, ambalajlı bir elit toplumunun aksine, tasarlanmamış, ham bir sınıf. O yüzden kendi kendini tasarlayan bir sınıf. Tasarlanmamış halk, ham, özelliksiz, işlenmemiş, yavan bir topluma mı işaret eder, yoksa aralarında kaldığı her şeyden ufak ufak beslenen, onu çevreleyen kültürden beslenmeye açık ve heterojen bir topluma mu işaret eder. Belki ikisi bir arada ve aynı anda var olur. Belki bu etkiye açık hal, aynı zamanda bir hamlığa işaret eder. Her an yeniden tasarlanmaya, yeni anlamlar yüklenmeye açık bir hal. İkisi belki de aslında aynı şeydir. Her şeyi barındırma potansiyelini barındırdığı gibi, hiçbir şeyi de barındırmayabilir bu ara durumlar. İkircikliliği de bu ikililik durumundan gelir.
http://rktr.co/1boPJlQ
Bu yarışmanın yapılmasını neden desteklediğimi şurada anlatmaya çalıştım:
http://rktr.co/1byDByD
Kısaca özetleyecek olursam, ‘işgal mimari bir eylemdir’ önermesinden yola çıkarak, mekanın ve dönüşümünün fiziksel ve somut olmayan yönleriyle mimari alanda ele alınabileceğini ve mimarların mimarlığın değişen sınırlarını tartışabileceğini, yarışmanın da bu kapsamda önemli olabileceğini tartıştım.
Taksim meydanı ve çevresi alternatif peyzaj proje yarışması yapılması için peyzaj mimarları odasına ve peyzaj mim.akademisyenlerine 13 temmuz 2013 tarihinde “peyzaj mimarlarının onuru hakları” sayfasında öneride bulundum.bu önerime malesef peyzaj mimarlığı camiası sahip çıkmadı bir ay sonra istanbul serbest mimarlar derneğinin nin böyle bir yarışma düzenlemesi beni sevindirdi.ismd ne kamusal alan duyarlılığı için teşekkür ederim.bazı arkadaşlar bu yarışmaya eleştiri getirmişler türkiyenin ve dünyanın gündeminde olan önemli bir kamusal alan olan taksim meydanı için mimarların sivil alternatif bir proje düzenlenmesi kadar doğal ve gerekli bir şey olamaz.bu önemli kamusal alan için mimarlar harekete geçmeyecekte ne için geçecek.mimarlar topluma sözlerinin olduğunu ne zaman söyleyecek.hakimler kararları ile konuşurlar,mimarlar neden projeleri ile konuşmasınlar.
“bu önemli kamusal alan için mimarlar harekete geçmeyecek te ne için geçecek, mimarlar topluma sözlerinin olduğunu ne zaman söyleyecek, hakimler kararları ile konuşurlar, mimarlar neden projeleri ile konuşmasınlar?” sorularının cevabı zaten bu yarışmayla ilgili olarak başlatılan tartışmaya ilişkin aşağıdaki tüm metin dikkatlice okunduğunda anlaşılıyor olmalı, ama eğer Gezi Park sürecinden haberdar olunmadıysa veya bu süreç Doğuş Grubu (ve benzer) medyasından izlendiyse okunsa da anlaşılmayabilir. Ayrıca buradaki sorularda yer alan “kamusal alan için mimarlar harekete geçmeyecek mi” ifadesinin ‘kamusal alan için kamunun harekete (hem de dünya devrim tarihine geçecek) geçtiğini ve parka dokunulmaması gerektiğini haykırdığını’ gözardı ettiğini söyleyebiliriz; yine “mimarlar topluma sözlerinin olduğunu ne zaman söyleyecek” ifadesine de toplumun karşısında toplumun taleplerine karşı biçimde ‘inşa etme’ suretiyle hüküm kurmaya çalışan bir idarenin açtığı inşa etme zeminine çanak tutmayacak bir zamanda diye cevap verilebilir; “hakimler kararları ile konuşurlar, mimarlar neden projeleri ile konuşmasınlar” ifadesi de tam da sorunu açıkça ortaya koyuyor: mimarlar kamu adına (hakim gibi tek başlarına) HÜKÜM verebilen insanlar değil, inşa etme bilgisini, tasarım bilgisini toplumu anlamak suretiyle hayata geçirecek çoklu aktörler bütünü içinde sadece oyunculardan biridir ve diğerlerinden bir üstünlüğü yoktur. Mimarların bu hükmeden anlayışı ile etraflarına bakma anlayışı başlı başına bir sorundur. Taksimi yayalaştıracağım diye bir çok sorun yaratan projenin de, kışlayı kışla görünümde bir AVM olarak canlandırma garabeti projesinin arkasında da bir MİMAR vardır. Bu hüküm verebilme küstahlığı ve yanılgısı çok da kötüye kullanılabilir bir olgudur. Bu nedenle, tam da bu nedenle bu yarışmanın (hele fikir değil proje yarışması olarak)açılması hiç ama hiç uygun değildir deniyor bu tartışmada.. Ama başka alt başlıkları derinlemesine açan katılımcılar da var bu tartışmada… dikkatli ve tarafsızca ve önyargıların (özellikle de sorulan sorulardaki gibi klişelerin) sorgulanarak okunması, alternatif medyada çıkan haberlerle, kentsel dönüşüm hareketleri ve soylulaştırma girişimleriyle bağlantılarının da düşünülerek okunup anlaşılması faydalı olacaktır.
Taksim direnişinin anlamını sanırım mimarlar tam anlamamış.taksim gezi parkında neden mimarlar direnişin,tarafı sözcüsü,temsilcisi oldular.öncelikle insani sonrada mimari kimliği nedeniyle.direnişte söyleyceğimizi insani kimliğimizle diğer direnişçilerle birlikte söyledik.doktorlar yararlıları tedavi ederek,manav karpuz göndererek,şair şiir okuyarak,müzisyen konser vererek söyledi mimarlar mesleki kimliği ile somut bir şey söylemedi.somut şey projelerimizde oluşur.elbetteki diğer toplumsal aktörlerle beraber.proje hazırlık sürecine,toplumsal aktörlerin hangi aşamada katılacağına,atölye sürecine,teknik çalışmalara doktorlar veya manavlar öncülük etmeyecek.
direnişin tarafı olan herkes mesleki kimliğinden ötürü değil yobaz veya faşist olmadığını düşündüğü için orada oldu… mesleki kimliğine referans verilen doktorlar ölme tehlikesi altındakilere insani yardım yapma bilgisine sahip olduğundan, avukat haksız gözaltılara hukuki bilgisiyle yardımcı olabileceğinden, manav da elinden o geldiği için (malından ve kazancından fedakarlık ederek) katkıda bulundu, sanatçılar da yaşanan bu felakete karşı insanlara umut, bir nebze olsun neşe verebilmek ve zalimi hicvederek tarihe kayıt düşmek için oradaydılar… bunlar mimarların anladığı anlamda SOMUT şeylr değil… insanlık için hizmet eylemleri… mimarın SOMUT anlayışı ise bambaşka… mimarın oradaki mesleki katkısı ancak çatkıların üzerine brandayı veya naylonları gererken gerekli bilgi olabilirdi ve duyarlı mimarlar da mesleki somut katkılarını bu düzeyde tutmuşlardır (orada ‘bu meydan şöyle tasarlanmalı’ diyecek kadar şaşkın bir mimar arkadaşımızın olduğunu sanmıyorum, olmuşsa da boyunun ölçüsünü oradaki direnişçilerden almıştır)… eğer bu yarışmada, alttaki yorumda referans verilen meslek grupları ve aktörlerin yaptığı gibi toplumsal bir kaygı olsaydı jüri de (en azından) bir tane toplumla ilgili disiplinlerden, orada yer almış meslek dışı sıradan insanlardan birine yer verilirdi… ama yok, çünkü meseleye TEKNİK bir konu gibi bakan üstten gören bir izlenim bırakıyor… dolayısıyla bu haliyle yarışma bir mesleki ego patlamasının yeni bir mecrası gibi kullanılabilecek bir izlenim veriyor… Ayrıca orada kıyamet koparken karpuz gönderen manavın da, orada “kafam yarıldı lütfen doktor” diye inleyen bir mimarın kafasını dikip hayata ve çizim masasının başına gönderen doktorun da o parka yapılacak herşeye söz söyleme hakkı vardır.. keşke jüride bir doktor bir manav ve başka bir sürü katılımcı olsaydı…
taksim ve gezi için birileri zaten çok fazla şey söylüyor; onun için belki de zaman mesleğiyle KONUŞMA zamanı değil, SUSMA zamanıdır…
S.U.S. mimar # direnİstanbul…!
gezi direnişinde gezi parkı bir sembolde olsa taksim meydanı ve çevresi muktedirlerin rant alanıdır..bu kavgamız özgürlük,yaşam alanlarıma dokunma,adalet,eşitlik gibi kavramlar için oldu.bu kavramlara yok etmek isteyen iktidar diğer taraftan taksim meydanı ve çevresindeki rantı almak istiyor.direnişte belirttiğim temel insani değerler için direndik ve direneceğiz.diğer taraftan iktidarın çevresine bu rant dağıtımını engellemek için alternatif sivil bir proje yaparak halkın sahiplenmesini sağlamak bizim halka karşı mesleki görevimizdir.