Bu aralar Taksim ile ilgili tartışmalarla birlikte 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında tasarladığımız Hayal-et Yapılar sergisinde üretilen senaryoların imajları da bol bol etrafta dolaşmaya başladı.
Sergide kurguladığımız bağlamlarından koparılarak (ve bizden izin alınmadan) kullanılan bu imajların Taksim projesi ile birlikte anılmaya başlanmasından, hatta ilham verdiğinden bahsedilmesinden rahatsız olduğumuz için hem Hayal-et Yapılar sergisini hem de sergide yer aldığı şekli ile Taksim Kışlası’nı tekrar hatırlatmak istedik.
Hayal-et Yapılar, şehrin farklı dönemlerinden seçilmiş ve günümüzde var olmayan 12 yapı üzerinden kentin geçirdiği yıkımları inceleyen ve yıkım tartışmasını günümüze de taşımak isteyen bir kent belleği sergisiydi. Sergi sırasında hem yapıların bulundukları yerlere onları hatırlatan yerleştirmeler konuldu, hem de tüm yapıların anlatıldığı büyük bir ana sergi düzenlendi. Taksim Maksemi’nde kurulan ana sergiye kentin yıkımlarının anlatıldığı 2 odadan giriliyordu, etrafta Sulukule yıkımları, Tarlabaşı yıkımları gibi güncel yıkımların videoları ile tehlikenin günümüzde de devam ettiğini anlatılıyordu. Ardından da yapılara ait bilgilerin yer aldığı odacıklara giriliyordu, sergi deneyimine alanında uzman olan kişilerce seçilmiş dönem müzikleri, sesler ve video yerleştirmeleri de katkıda bulunuyordu.
Fotoğraf: Sergi’nin girişi
Yazıya, Hayal-et Yapılar kitabının ilk sayfasında ve serginin girişinde yer alan kısa bir paragraf ile başlamak istiyorum ki sergiyi kurgularken kabul ettiğimiz duruş anlaşılsın.
“Sergide romans, gözyaşı, sızı, İstanbul dertlenmesi öngörülmedi. Ortada dert olmayışından değil, ölenle ölünmeyeceği için. Doğrudan öğretici olmak da hedeflenmedi. Bu yapılar hakkındaki tezler, kitaplar, makaleler zaten bilgilenmek isteyenlerin önünde açık. Hayal etmenin bir adım ilerisine geçme önerisi de -zinhar- yok. Ortada hiç kalmamış yapıların çeşitli kaygılarla ihya edildiği, baştan yaratıldığı bugünün (2010) ortamında “bizim” yapılarımızın anısına saygımız büyük. Başka bir ifadeyle, onların kağıt üzerindeki hallerinin orada kalması en iyisidir; bir gün birinin baştan inşa edilerek sevimli bir hayaletten hortlağa dönüşmesine razı değiliz. Bunlardan hiçbiri değilse, o halde genel kurgu demek ki kaybettiğimiz bu yapıların aramızda dolaşan ruhları ile serbest/korkusuz bir söyleşi yapmaktan ibaret; o da az şey değil. “
Galata Surları, Polyeuktos Kilisesi, Antiochos Sarayı, Ayestafanos Anıtı, Darülfünun Binası, Sadabad Sarayı, Taksim Kışlası gibi yapılardan oluşan seçkide bir taraftan akademik bir düzeyde mimarlık tarihi araştırması yapıldı, diğer taraftan da bu yapıların yıkılmadığı bir İstanbul nasıl olurdu sorusuna karşılık gelen çeşitli senaryolar ile ütopik/distopik/idealist ve bazen realist hayaller üretildi. Kimi zaman bu yapılar otopark olarak hayal edildi, kimi zaman kebapçı kimi zaman da müze. Tüm senaryoların ironik bir tarafı vardı, çünkü hepsi aslında günümüz İstanbul’unu eleştiriyordu.
Fotoğraf: Kentin Yıkımları
Seçilen 12 yapının neredeyse tümü günümüzde var olsalar büyük tartışmalar uyandıracak yapılardı. Daha sergi başlamadan şikayetler almaya başladık. Osmanlı-Rus savaşı sonrası yapılan Ayastefanos Anıtı’nın sergiden kaldırılması için hem bize hem de 2010 Ajansına yazılar yollanmıştı, neden kiliselerle ilgileniyorsunuz camileri inceleseniz ya diyerek Polyeuktos Kilisesi’nin kaldırılması istenmişti, artık geriye 3-5 revağı kalmış olan Direklerarası’ndaki yerleştirmemiz de esnafın şikayetleri ile kaldırılmıştı. Sergideki yapılardan bazılarının kağıt üstünde bile yeniden canlandırılmasına tahammül edilmezken başka bir tanesinin de gerçekten yeniden yapılmak istendiğini öğrendik. Ancak kamusal alanda gerçekleşen bu tür sergilerde herkesi mutlu etmenin ya da herkese mesajımızın ne olduğunu aktarmanın güç olduğunun farkındaydık ve bu türden tepkileri o yüzden doğal karşıladık. Sergi ile anlatmak istediklerimizi tüm kentlilere ulaştırabilmek için özellikle mimarlığın soyut anlatım dilinden uzak durmaya çalıştık. Serginin açık olduğu 25 gün boyunca her gün gizlice ziyaretçilerin arasında dolaştık, olumlu olumsuz tepkilere kulak misafiri olduk. Sonuç olarak halen keyifle hatırladığımız bir sergi oluşturduk. Hem sergi sırasındaki ayaküstü konuşmalardan hem de sergi sonrası aldığımız e-maillerden en azından sergiyi ziyaret edenlerin ya da sergiye eşlik eden metinleri okuyanların bizlerin amacının sadece geçmiş ile serbest/korkusuz bir söyleşi yapmaktan ibaret olduğunu kavradıklarını düşünüyoruz.
Fotoğraf: Galata Surları Yerleştirmesi
Yaz aylarına yaklaşırken seçim vaadleri arasında Taksim Kışlası’nın yeniden yapılacağı duyuruluyordu, hem de haberde bizim sergi için ürettiğimiz senaryolardan alınmış bir imaj izinsiz olarak kullanılıyordu. Kullanılan imaj Taksim’in bir meydan olmadığı, Kışla’nın da bir mahalle stadı olarak kaldığı bir senaryodan alınmıştı. Kışlanın içindeki sahanın kenarlarını otlar bürümüş, derme çatma tribünlerde birkaç kişi maç izliyor, dökülen duvarlarda sinema posterleri, fuar afişleri var, ortada da mahalle maçı oynanıyor (futbolla pek ilgili olmadığım için maçı oynayan sporcuların oldukça ünlü olduklarını sonradan gazete haberinden öğrendim). Kötü bir şaka gibi gelen bu haberin bir seçim vaadinden ibaret olduğunu düşündüğümüz için o dönemde gazetelerde karşı görüş yayınlatmadık, çünkü konunun gündemde kalmasını istemiyorduk.
Aslında Kışla’nın ihyası meselesinin yeni bir konu olmadığını daha sergiyi hazırlarken, Kışla ile ilgili arşiv taramaları sırasında öğrendik. Kışla’nın yeniden yapımının 2000’li yılların başında teklif edildiğini ancak meclisten geçmediğini fark etmiştik. Serginin böyle bir yeniden yapımı ima etmediği de okuma yazma bilen herkes tarafından anlaşılıyordu (sadece resimlere bakanlar başka şeyler düşünmüş olabilir tabi). Ürettiğimiz imajların projenin tanıtımı için kullanılmasını hayal gücü yoksunluğundan ibaret görüyorum. Çünkü belli ki birkaç gün içinde hazırlanan, pek bir mesneti de olmayan Taksim projesinin ne olacağına dair kimsenin bir fikri olmadığından, hazır hayal edilmişi var denilip bizim imajlar kullanılmıştı.
Geçen gün Arkitera’da yayınlanan Levent Soysal söyleşisinde İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti’nin afişlerinden birisini gördüm, AKM yerinde Haydarpaşa’nın yer aldığı bir afiş. Bence çok başarılı bir kampanya olmuştu. Birçok İstanbullu’nun önünden geçip de başını kaldırıp bakmadığı yapıları başka bir yere koyunca birçok kişinin ilgisini çekmişti. Hayal-et Yapılar senaryoları da bu reklamlardan farklı değiller, herkesin yıllardır önünden geçtiği bir duvar parçasının ya da birkaç sütunun aslında bir zamanlar ne olduğunu çarpıcı bir şekilde açığa vurmak ve yıkıma karşı bir duyarlılık oluşturmak için bir kampanya… Acaba İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı da “eyvah zihnisinir birisi gelip AKM’nin yerine Haydarpaşa yapmak ister mi acaba?” diye düşünmüş müdür? “Çılgın” projelerin etrafta uçuştuğu şu günlerde birisi gelip de önerirse pek şaşmam.
İstanbul 2010 reklam kampanyasından bir afiş
Sergiyi bir farkındalık oluşturmak için yaptık, özellikle de halen az da olsa izleri kalmış Polyeuktos Kilisesi, Antiochos Sarayı gibi tarihi yapılara karşı. Serginin zihinde uyandırdığı sorular dışında elle tutulur bir sonucu olacaksa en azından Büyükşehir Belediyesi’nin yanı başında, kalıntıları umumi tuvalet olarak kullanılan Polyeuktos kilisesinin düzgün bir sergilemeye kavuşmasına, tarihi kabul salonu otopark olarak kullanılan Antiochos Sarayı’nın kente katılmasına ya da parça parça yok olan Galata Surları’nın korunmasına katkısı olmasını isterdik. Fazlasını değil.
Fotoğraf: Antiochos Sarayı “otoparkı”
Fotoğraflar: IBB’nin yanıbaşında Polyeuktos Kilisesi kalıntıları
“Oyunu seyredenler ikiye bölünmüşler. Her biri kendi partisinin çocuklarını teşvik eder, düşman tarafa küfürü basar dururdu. Herkes istediğini söylüyor. Herkes dilediği gibi bağırıp çağırıyor. Ortalıkta bir söz, bir düşünce hürriyeti alabildiğine… Bu işin birçok tarafı hoşuma gitmedi, desem yalan söylemiş olurum. Muayyen bir manada demokrasiyi anlamak isteyenler Taksim Stadyumu’na gitsinler. Ben kendi payıma güzel ve berrak bir iki saat geçirdim orada.”
Nazım Hikmet, Bir Maç Seyrettim -Akşam, 1936
Büyük ölçekli askeri yapıların en önemlilerinden olan Taksim Topçu Kışlası, Taksim’de, günümüzde “Gezi Parkı” olarak adlandırılan geniş alanda 1806 yılında inşa edilmiştir. Osmanlı askeri reformlarının bir sonucu olarak III. Selim döneminde (1789-1808) topçu ve top arabacılarına tahsis edilmiştir. Yapının mimarıyla ilgili farklı bilgiler vardır. İnşaatın gerçekleştiği yıllarda İbrahim Kamil Ağa’nın baş mimar olması, binanın tasarımının ona atfedilmesini beraberinde getirmektedir. Tuğlacı’ya göre ise kışla mimar Kirkor Balyan’ın eseridir; Hacı Mıgırdıç Kalfa (Çarkyan) ikinci kalfa ve resimcibaşı olarak çalışmış, yapının sıva işlerini ise Nişan Kalfa yapmıştır.
Kartpostal, Atatürk Kitaplığı
Kışlanın yer aldığı alan ve Beyoğlu bölgesi, yaklaşık yüz elli yıl boyunca gelişmiş, değişmiş ve İstanbul’un önemli bir merkezi haline gelmiştir. Bu dönüşümde, Taksim Kışlası’nın ve önündeki Talimhane Meydanı’nın boyutlarının ve kışlanın mimarisinin farklı işlevlere elverişli olmasının etkisi büyüktür. Kışlanın yapıldığı ilk dönemde Beyoğlu bölgesi ve özellikle Taksim, kent merkezinden uzak, mezarlıkların uzandığı ıssız bir alandır. Hatta önceleri kışlanın etrafında konutlar inşa edilmesine izin verilmemiş, 1870’te civarda bahçe ve parklar oluşturulurken, ilk kez tanımlı büyük bir park düzenlemesi öngörülmüştür. Talimhane Meydanı ise askeri talimler ve çeşitli başka amaçlar için hizmet veren büyük bir açık alan olarak uzun süre kullanılmıştır. Talimhane, kışlanın yıkımının planlandığı son dönemde parsellere ayrılmış ve burada modern konutlar inşa edilmiştir.
Fotoğraf: İmara açılmadan önce Talimhane’den Kışla’ya doğru bakış
Şehrin sınırlarının genişlemesiyle beraber Beyoğlu 19.-20. yüzyıl dönümünde merkeze yaklaşmış, kışlanın yer aldığı Taksim civarı çeşitli sosyal etkinlikleri barındıran bir alan olmuştur. Bu gelişmede, Topçu Kışlası ile Talimhane Meydanı’nda 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren düzenlenen, cambaz oyunları, balon gösterileri, at yarışları gibi etkinliklerin rolü büyüktür. Kışla ve önündeki meydan bu etkinliklere ev sahipliği yaparken bölgedeki arsalar giderek değerlenmiş ve el değiştirmeye başlamıştır.
1900’lerin başında Topçu Kışlası’nın işlevinin tamamen değiştirilmesi önerilmekte ve tartışılmaktadır. Kışlanın satılıp yıkılması da bu fikirlerin arasındadır; arsa değeri artan kışla ile meydanının satışından büyük kar elde edilecektir. Ekim 1909 tarihli bir belgede, İstanbul’da bir Osmanlı-İngiliz Şirketi açılmasından söz edilmektedir; yeni kurulacak şirket, kışlanın mekanlarında bir Osmanlı-İngiliz Sergisi düzenleyecektir. 1911 tarihli başka bir belgede ise kışla ve Talimhane Meydanı’nın elden çıkarılmaması öngörülmekte, meydanın bir gezinti yeri, kışlanın da şehir müzesi olarak kullanılması talep edilmektedir.
Bu tür tartışmaların ardından kışla nihayet 1913 yılında, Hazine-i Maliye tarafından Sanayi ve Ticaret Şirket-i Milliye-i Osmaniye’ye devredilmiş ve ertesi yıl satışı gerçekleşmiştir. Yapı I. Dünya Savaşı sırasında kullanılmamış, 13 Kasım 1918’de başlayan İstanbul’un işgalinden sonra kışla Fransızlar tarafından denetim altında tutulmuştur. Bu dönemde Fransız işgal kuvvetlerine mensup Senegalli askerler burada kalmıştır; kışla Fransızlar tarafından “Makmahon Kışlası” olarak adlandırılmaktadır. İşgal kuvvetleri Taksim Kışlası ve Talimhane Meydanı’nda çeşitli spor etkinlikleri düzenlemiş, şehirde daha önce hiç görülmeyen spor türleri halkın da ilgisini çekmiştir. İşgal kuvvetlerine mensup İngiliz ve Fransız askerleri tarafından gerçekleştirilen yoğun spor faaliyetlerinin arasında, futbol, voleybol, basketbol, tenis, beyzbol, binicilik, boks, kriket, polo, hokey, avcılık ve golf sayılmaktadır. Bu spor faaliyetlerinin de desteklediği kalabalık ortam, işgalden sonra boşaltılan kışlanın stadyuma dönüştürülmesindeki en önemli etkendir. Taksim Kışlası 1921’den itibaren “Taksim Stadyumu” adıyla kullanılmış, bu işlev yıkıma kadar devam etmiştir. Stadyum olarak kullanıldığı yıllarda, burada atletizm, boks, güreş gibi farklı spor karşılaşmaları düzenlenmiş, ama asıl yoğun ilgi futbol maçlarına odaklanmıştır. “Taksim Stadyumu” o dönemlerde lig maçlarının oynandığı başlıca stadyumdur. Talimhane Meydanı ise 1920’li yıllarda imara açılıp konutların inşa edilmesinden önce, bisikletle gezilebilen, çocukların oyun oynadığı, sirklerin dev çadırlarının kurulduğu bir alandır.
Fotoğraf: Osmanlı’daki ilk uçuş denemelerinden birisi, Kışla’nın önünden havalanmıştır. Pars Tuğlacı, Osmanlı Mimarlığında Balyan Ailesinin Rolü
Fotoğraf: Kışla’nın önünde balon uçuşu denemesi, Şehbal Dergisi
Taksim Meydanı’nın düzenlenmesi 1928’de Topçu Kışlası’nın ahır kısımlarının yıkılarak Cumhuriyet Anıtı’nın yerleştirilmesiyle başlamıştır. 1940’ta kışlanın esas binasının yıkılması ise onyıllara yayılan çevre düzenlemesinin son evresidir. 1936’da Fransız şehirci Henri Prost’un hazırladığı İstanbul Nazım Planı’nda kışlanın yıkılması öngörülmektedir. Kışlanın arazisi imar planındaki temel kararlardan birini teşkil eden “2 No’lu park”ın başlangıç noktası olarak seçilmiştir. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ile İstanbul valisi ve belediye başkanı Lütfi Kırdar, Prost’un imar planının kararlılıkla uygulanması için özel çaba göstermişlerdir. İmar planına göre, Taksim Gezisi ile başlayıp Maçka’ya doğru uzanan ve alt seviyede Dolmabahçe ile sınırlanan 2 No’lu park içinde büyük bir konferans vadisi oluşturulacaktır. 2 No’lu parkın çevresinde yeni konut alanları düzenlenecek, bu konut alanlarına hizmet edecek spor tesisleri inşa edilecektir. Prost, “Taksim’in Boulogne Ormanı” olarak tanımladığı bu parkı, aynı zamanda yeni yerleşim alanlarının ana “rekreasyon merkezi” ve “akciğer”i olarak betimlemektedir. 2 No’lu parkın Taksim Meydanı’ndaki başlangıç noktası Taksim Kışlası’nın yıkılmasıyla ortaya çıkacak sahada düzenlenecek olan yeşil alandır.
Fotoğraf: Cumhuriyet Döneminde Kışla’nın avlusunda klasik müzik konseri.
Cem Kozar Arşivi
1940 yılının Şubat ayı sonunda Taksim Kışlası’nın dört parçaya ayrılarak sıra ile yıktırılacağı haberleri gazetelerde yer almakta ve yıkım için bir keşif planı hazırlanmaktadır. Kışladaki ve müştemilatlarındaki kiracıların birden bire açıkta kalmamaları için ve lig maçları henüz tamamlanmadığından binanın yavaş yavaş yıkılması uygun görülmüştür. II. Dünya Savaşı sırasında, 25 Mart 1940’taki son lig maçının oynandığı tarihe kadar yoğun bir şekilde kullanılan kışlada, lig maçlarının sona ermesiyle birlikte yıkımlar başlamıştır. Savaş sürerken böyle büyük bir kışlanın yıkılması kararı şiddetle eleştirilmiş, binanın gerektiğinde göçmenler için kullanılabileceği belirtilmiştir. Ancak tartışmalar bir taraftan sürerken, kışlanın arka cephelerinden yıkım başlamıştır.
Fotoğraf: Kışla’ın önündeki ahırlar yıkılıyor. Henri Prost Arşivi, Cité de l’architecture et du patrimoine, Archives d’architecture du XXe siècle (Cana Bilsel, İpek Yada Akpınar katkılarıyla)
Fotoğraf: Gezi parkı yapıldıktan sonra
Taksim Kışlası’nın yıkılmasıyla ortaya çıkacak boş alanda, plancı Henri Prost’un önerdiği ve projelendirdiği binalar, bir otel binası hariç hiçbir zaman yapılmamıştır. Kışlanın yıkımından sonra yerine yapılan, o zamanki adıyla “İnönü Gezgisi” ile Taksim Meydanı düzenlemesi, coşkulu askeri geçit törenlerinin yapılabilmesi amacıyla birlikte ele alınmıştır.
Park 1942 yılında hizmete açılmıştır. Kışlanın yıkımıyla ortaya çıkan devasa ölçülerdeki arazinin boş kalmasını Prost uygun görmemiş, buraya tiyatro, konferans salonu, sergi salonları, toplantı salonları, maç salonları, kulüpler ve posta binası gibi yeni yapılar önermiştir. II. Dünya Savaşı koşullarındaki maddi olanaksızlıklar bu inşaatların gerçekleşmesine izin vermemiştir. Günümüzde bu alanda, evlendirme dairesi, otopark, nargile kafeleri, geçici standlar ve benzeri hizmet alanları olsa da, kışlanın yıkımıyla ortaya çıkan alan hiçbir zaman kent ölçeğinde tanımlı ve Taksim Meydanı’yla bütünleşen bir ilişki içinde düzenlenememiştir.
Taksim Gezisi: Prost’un önerdiği yapılar. Henri Prost Arşivi, Cité de l’architecture et du patrimoine, Archives d’architecture du XXe siècle (Cana Bilsel, İpek Yada Akpınar katkılarıyla)
Günümüze paralel bir zamanda, tüm bu yapıların yok olmadığı bir İstanbul hayal edelim, kent nasıl bir yer olurdu? Bu sorudan yola çıkarak oluşturulan kurgusal çalışmalar İstanbul’da günümüzde de devam eden bazı değişim süreçlerini ve yapının kendi tarihinden bazı bölümleri kendine referans alıyor. Senaryolar, onları çerçeveleyen farklı kent imgeleri ışığında, bazen eleştirileri bazen de mekana dair hayalleri içeriyor, ancak en önemlisi İstanbulluları günümüzde de devam eden yıkımlar konuda düşünmeye davet ediyor.
Geçici Kent
19. yüzyıl başında Taksim bölgesi kentin bittiği nokta idi, bu bölgenin ardında ise birbirinden bağımsız kışlalar ve mezarlıklar uzanıyordu, ancak Osmanlının son dönemlerinden günümüze kadar Taksim ve çevresi iktidarın bir ifade alanına dönüşmüştür, bu yüzden de sürekli bir yapım ve yıkım halindedir. Osmanlı döneminde ordu reformları ile birlikte kışlalar yapılır, Cumhuriyetle birlikte Osmanlı dönemine ait yapıların bazıları kaldırılır, yerlerine Cumhuriyet Anıtı, Taksim Gezisi, AKM gibi simge yapılar yapılır, küreselleşme ile birlikte Marmara Oteli yapılır, Dalan döneminde tartışmalı bir şekilde Tarlabaşı yıkılır… bu müdahaleler günümüzde de halen devam ediyor, ancak gerçek şu ki Taksim bölgesi (ve genel olarak İstanbul) sürekli yıkımlar ve yeniden yapımlar ile birlikte geçiciliği içinde barındırır. Taksim Kışlası yine de yıkılmayıp parça parça günümüze kadar gelse idi Taksim nasıl bir yer olurdu? İçinden yol geçirilen Kışla’nın, bir parçası otopark, başka bir parçası ise rezidans olurken, kentliler camları kırılmış terk edilmiş Kışla’nın önünden geçerken bu yapının bir zamanlar ne olduğunu düşünürler miydi ?
Doğaçlama Kent
Beyoğlu’nda eski sahiplerinin kenti terk etmesiyle birlikte, eski bir tiyatro salonu mağazalara ya da gece kulüplerine ,balo salonları dönerci, kebapçı ya da kafelere, eski konutlar ise barlara, dükkanlara ve çeşitli firmaların ofislerine dönüşebiliyor. Yasal boşluklar ve duyarsızlık birleşince neredeyse tüm yapılar doğaçlama bir şekilde yeniden şekillendirilmiş durumda. Peki Taksim Kışlası yıkılmayıp günümüze kadar gelseydi bu durumdan kurtulabilir miydi? Yoksa onun da odaları birleştirilir, duvarları geniş mağaza pencereleri açmak için yıkılır ve merdiven altlarına kadar her boşluğu birbirinden farklı birçok amaç için mi kullanılırdı?
Açık Kent
Zamanında hatıralarda yer etmiş bir yapı olan Taksim Topçu kışlası kent hayatında da önemli bir yere sahipti. İlk futbol müsabakalarından, uçuş denemelerine, boks maçlarına, araba ve motor yarışlarına, Cumhuriyet ile birlikte de klasik müzik konserleri, 19 Mayıs kutlamalarına ev sahipliği yapmış olan kışla 1940/41 yılında, yerine Gezi Parkı yapılmak üzere yıkılmıştır. Peki Taksim Kışlası yıkılmayıp, dev avlusu bir parka dönüştürülseydi? Avluyu çevreleyen kışla binasının içindeki müzelerden, konser salonlarından sesler yükselirken, insanlar Taksim’in karmaşasından uzaktaki parkta çimenlere uzanıp bulutlara bakarak hayaller kurar mıydı?
Kolektif Hatıraların Kenti
Taksim Kışlası hem Osmanlı döneminde hem de Cumhuriyet’in ilk yıllarında birçok spor müsabakasına ev sahipliği yapmıştır. İşgal yıllarında Talimhane’de işgal kuvvetleriyle Türkler arasında yapılan maçlar zamanla Taksim Kışlasına kaymış, Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe gibi takımların İngiliz ve Fransız takımları ile yaptığı maçlar, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk ulusal maçları hep burada oynanmıştır. Sadece maçlar değil boks, at yarışı, araba ve motosiklet yarışları da ilk burada düzenlenmiştir. Kışla yıkılmayıp günümüze gelseydi bu mütevazi havasını koruyabilir miydi? Yabani otlar kaplanmış sahasında halen mahalle maçları oynanırken, eskimiş duvarlarıyla çevrili avlusuna girdiğinizde bir anda kendinizi 70 yıl öncesinde bulabilir miydiniz?
Boş Zamanların Kenti
Yolların değişmesi ve binaların yapılmasıyla birlikte günümüzde algılanması zor da olsa Şişli-Elmadağ-Taksim aksı aslında Cumhuriyet Anıtı ile son bulan, kentin prestijli bulvarlarından birisi olarak tasarlanmıştı. Ancak tasarlananların pek azı gerçekleşti, gerçekleşenler de sonradan değişikliklere uğradı. Kafeleriyle , büyük mağazalarıyla Paris gibi kentlerin geniş bulvarlarını referans alan tasarımlar Taksim Kışlası yıkılmadan gerçekleşebilseydi bölge nasıl olurdu. Mesela Talimhane yapılaşmaya açılmayıp bir yeşil alan ve kent meydanı olsaydı, Taksim Kışlası da kentlilerin meydana karşı kahvelerini yudumlayabilecekleri küçük kafelerle dolu bir yapıya dönüşse idi? Taksim kentin ortasındaki bir boşluk değil de içinde vakit geçirilen çağdaş bir meydan olur muydu?
*Kaynak: Hayal-et Yapılar sergi kitabı. Yazı için Tuba Üzümkesici’ye teşekkürler